9 Eylül 2014 Salı

can yoldaşlarım





Merhaba dostlar,

Bir mevsim derken üstüne bir mevsim daha devirdik. İskambil kağıtlarından kuleler gibi, iğreti, hafif ve güvensiz geçen mevsimler...
Yuva kanadı kırık kuşlardan oluşuyorsa, o yuvaya yuva denebilir mi? Hadi dedik diyelim, uğraştık yaptık, ya tadı neye benzer?
Bilemedim?
Şimdilerde bir sarı minik geldi evimize. Çocuklar sokakta karşılarına çıkıp ayaklarına sarılınca dayanamayıp getirmişler. Aman yapmayın etmeyin dememe kalmadı eve girdi giren. Biz değil ama o çoktan yuvayı yuva belledi besbelli...
Enerji kalırmı yalnızlığın sessizliği sarmışken odayı. Duvarlardan sıyrılıp uçası kaçası gelir insanın. Neyse ki rüyaların dindirmeyeceği acı yoktur. Bir bakarsın sarı bi kafa çıkar yastığın ucundan. Seni çok zaman öncesinden tanırmış gibi bakar ya ısınıverir kalbin, erimeye başlar buzların...
Kapıyı açasın, gözlerin arar mı arar hoşgeldin diyen birini de, kulakların sağır gözlerin kör üdür yoksa ? Kolların bir sarılacak dal arar da bulsan bir dal parçası bile olur, derken ayakalaına dolanan,zıplayan bir can değiştirir havanı, besbelli hoşgeldin der.
Üç can yoldaşım var şimdilerde, sarı,siyah beyaz. Üç renk, üç can, üç nefes bana yoldaş,

30 Haziran 2014 Pazartesi

Beni Hatırlıyorum

Çok erken yaşta anne olmuştum. Daha kendimi tanıyamadan, hafif hafif sezgilerle tanımladığım ben, annelikle rafa kalktı. Hatırlıyorum, bebeğim ile ilk gözgöze geldiğimde o masmavi bakan bir çift gözün bana içinde ben olmayan  yepyeni bir hayatın kapılarını açtığını. Omuzlarıma  bir süre sonra çöktüğünü hissettiğim o ağırlığı hiçbir zaman unutamam.
Hayat evlilik ve mutlu çocukluk döneminin ardından hızla ve fırıldağın dönme hızında dönmeye başlamıştı benim için. Henüz kendimi bile tanımazken nasıl olurda farklı bir cinsten evlilik denen oyunla hayatıma girmiş hiç tanımadığım bir adamla mutlu olmayı, ona güvenmeyi, birlikte yeni bir gelecek inşa etmeyi becerebilecektim?
Üstelik bu arada oyuncak diye elime tutuşturulmuş bir bebeği büyütürken, günde 9 saat haftada 45 saat çalışacağım yeni bir iş hayatının okyanusuna  köpek balıklarının arasına atılmışken yapacaktım bunu.
Bunca zaman sonra düşündükçe anlıyorum ki, insanın alışamayacağı hiç bir şart yoktur. Ne kadar zor hatta imkansız olsa da, yaşam hayatta kalmaya kurgulanmış bir kere. Ne hendekler atladım, ne okyanuslar aştım bilemezsiniz.
Ailede adım atom karıncaya çıkmıştı. Bazen ben bile inanamıyordum ne kadar hızlı olduğuma, ne çok işi kısacık zaman diliminde halledebildiğime.
Ne sular aktı üzerinden, ne çok kervan geçti yılların. Velhasıl ben kendimi hiç farkedemedim ta ki eşimi kaybettikten sonra pek çok kararı tek başıma slmaya başlayana kadar.
Yıllar önce sadece ben kendim olduğum yıllara geri döndüm. Kendi kendime düşünüp, kendi kendime kararlar alıp, kendi kendime yapmaya başladığımda hatırladım ki bir zamanlar bir ben vardı.  Bunca  yıl ne kadar ihmal edilmiş, farkedilmemiş,  derinlerde bir yerlerde sessizce farkedilmeyi beklermiş...
Bıraktığım yerde duruyordu. Nasıl da özlemişim onu. Yanlızlığın hediyesiydi benim için onu bulmak. Meğer ben onu sever mişim.
Şimdi zaman zaman birlikte oluyoruz. Şaşırıyorum aradan geçen yıllara rağmen  hiç yaşlanmamış olmasına. Hala güçlü, eğlenceli, yaşam dolu oluşuna. Şimdi onunla geçirdiğimzamanlarda çokmutlu oluyorum ve çok eğleniyorum.
Ben bana iyi geliyorum...
DS

11 Haziran 2014 Çarşamba

Performans

Söylenecek o kadar çok şey birikti ki yazmayalı. Nasıl toparlamalı bilemiyorum. En iyisi son zamanlarda en çok üzerinde düşündüğüm, çıkış yolu aradığım  paylaşmak istediğim ama paylaşacak kimseyi bulamadığım konudan gireyim söze.
Erken kayıpların en sıkıntı veren yanı sanırım yaşamınızın önemli bir kısmına eşlik etmiş insanı, dert ortağınızı kaybetmiş olmanız, çünkü yerine kimseyi koyamıyorsunuz.
Belki dedim sizlerle dertleşirsem bu suskunluk, yalnızlık bulutlarını biraz dağıtabilirim.
Hep iletişim yönümün kuvvetli oluşu, empati yapma ve karşımdaki insanı doğru tahlil edebilme ve anlaşabilme yeteneğimle gurur duyardım. Ta ki yeni işime başlayana kadar.
Yaşımın ilerlemiş olması, ileri derecede miyoplaşmış gözlerim, demode giyim zevkim, yaşanmışlıklarım, sırtlanmış olduğum yüklerle kamburlaşmış sırtımla karşı tarafta nasıl
bir izlenin uyandırdığımın farkındayım ama ben tam anlamıyla uyum problemi yaşadığımı itiraf etmeliyim. Zira etrafımda sadece iş hayatına değil, gerçek acımasız, kapitalist yaşama yeni başlamış teenager grubuyla bir kafese kapatılmış gibiyim. Empati yapıyorum, ergenlik dönemi diyorum. Kendimin o yaşlarıma geri dönüyorum, diyetisyen, moda, en iyi plates hocası, en iyi spor salonu konularında entelektüel bilgi alanımı zenginleştirip, kutlamalar, doğum günleri happy hour partileri arasına sıkışıp kalıyorum. Sonunda gücünün doruğunda kariyer hırslarının, gelecek stratejilerinin, evlilik planlarının, sonuca odaklı egolarının tavan yapmış olduğu genç, sabırsız, yalnız, sevgisiz, vicdansız, güzel, yakışıklı, hiperaktif bir neslin içinde kendi dengemi kaybetmiş yuvarlanırken buluyorum.
13 sene bilfiil büyük bir keyifle yapmış olduğum işin aynısını yapabiliyor olmaktan dolayı kendimi şanslı hissederken, birden bu anlamlandıramadığım, çözemediğim, dengeleyemediğim tartamadığım kafa kesicilerin arasında neye uğradığımı şaşırdım.
Doyumsuz bir çocukluk, ulaşılamamış sonsuz arzular, mutsuz aile ortamı, boşanmış anne baba arasında ordan oraya savrularak bu yaşa gelmiş bu gençlere aslında acıyorum. Yaşadıklarımın üstüne bir de bana çektirdikleri sıkıntılara katlanıyor olmam bana bazen "Daha çekecek ne çok çekim varmış" dedirtse de "Sen nelerin üstesinden geldin bu üç beş teenager mı seni nakavt edecek" gibisinden kendi kendime güç vermeye çalışıyorum.
Bazen generation problem bu olsa gerek desem de nadiren rastladığım bazıları beni çürütüyor. O zaman anlıyorum ki çocuk yetiştirmek bir uzmanlık işi. Niye bir anne baba okulu yok ki. Anne baba olmadan gidilmesi gereken, sınava girilip anne baba ehliyeti alınması gereken bir konu.
Hayata fazlaca bedel ödemiş, erken yorulmuş, bencil, sözüm ona anne baba ürünü gençlerin ileride hayata kendi anne babalarından daha büyük bedeller ödeyeceğinden eminim. Çünkü hayatın kendisi bir öğretmen ve sen istemesen de seni eğitiyor, olgunlaştırıp, durultuyor.
Ödediğin bedeller ise gelecek kuşaklara miras olarak kalıyor...
Sevgimle kalın
DS

18 Nisan 2014 Cuma

Henüz bitmedi, sadece farklı

Hayat beni yaşamın tam içine çekti yine. Ne kadar garip, düştüm kalktım dizim acıdı desem ,aldım yedim dilim yandı desem , öldüm, ruhum karardı desem yine anlatamadım. Yok bunu anlatabilecek hiçbir kelime hiçbir sözcük yok.
Oysa ne çok biliriz nasihat ederiz, onu niye öyle yaptın, bunu niye yapmıyorsun, şöyle yapsana, yada nasıl böyle birşey yapar, niye yaptı,  hiç olur mu? Çok biliyoruz ya, En doğrusu bizimEdediğimiz, dediğimiz dedik ya,
Hayat bana bu yaşımda şunu öğretti ki, ben hiçbir şey bilmiyormuşum meğer, oturduğum sırça köşkten küçük hayat gailelerine hayıflanırken diğer yandan insanları yargılıyormuşum, yaftalıyormuşum, sorguluyormuşum. Meğer ben hiçbirşey bilmiyormuşum.
Öyle bir an gelir ki yaşamın bir noktasında dostum deyip elinizi, ekmeğinizi, hatta sırtınızı paylaştımlarınız sırra kadem basmışken, yeni tanıştığınızdan dost olmaz sözüne inat elini cömertçe size uzaran da sırtını veren de yenisi olur, ondan bana hayır gelmez dediğiniz en hayırlı, vefa beklediğiniz ise en vafasız çıkar, hançeri sırtınıza elinde hançer görmediğiniz saplar işte o acı var ya anlatılmaz çünkü anlatabilecek kelime bulamazsınız.
Son günlerde okuduğum kitapların da şekli değişti. Ne zaman normale dönerim bilemiyorum ama çocuklarımın endişelerini hissediyorum. Kızımın bana hediye olarak aldığı kitap Doreen Virtue ve James Van Praagh'ın "How to Heal a Grieving Heart"tan:
"From their side of life, the spirit people come close to you and share everyone of your hopes, wishes and dreams. They clearly hear your thoughts and will try influence you in ways that are for your highest good. They will walk every step with you, attampting to let you know that is live no over....just different
Yine çok bir arkadaşım Beki İkela Eriklinin Meleklerle yaşamak ve Meleklerin Gücü kitabını hediye etti. Ben her yerde kuş tüyleri bulurken. Kitapta okuduğum bir cümle çok hoşuma gitti.."Evrenimizi büyük bir puzzle  olarak düşünün. Bu puzzleda herkesin dolduracağı bir parça.Mucize şu ki, siz o puzzledaki yerinizi bulduğunuz zaman, benim de kendimi bulmam için gereken parçayı yerine koyuyorsunuz." Beki nin savunduğu hiç birşeyin tesadüf olmadığı , her an her yerde bize gönderilen mesajlar olabileceği fikri hiç fena gelmiyor yaralarımı sarmaya. Okumasını bilene elbette. Kitapta okuduğum bu cümle de benim için bir mesaj niteliği taşıyor
Hayat, yaşayacağımı düşündüğüm tüm günleri planlamak için çok uzun ama plan yapmak için de çok kısa. Ustelik biz planlar yaparken onun kıskıs güldüğünü biliyorum artık. En eğitici öğretmenin ise hayatın kendisi olduğunu öğrendim. Yaşadıklarım kabullenilmesi hiç kolay olmamasına rağmen, bakış açımı genişletti, anlayışım artarken, çok daha güçlendim. Kalıplardan, yaftalamalardan ön yargılardan sıyrılıp , daha bir insan oldum. Acılarla harmanlanmadıkça  kolay anlaşılamıyor ki hayat.


.


26 Ocak 2014 Pazar

Cats- Memory


“Gece yarısı, Kaldırımlarda çıt yok, Acaba ay hatıralarını mı kaybetti?” 
(Midnight, Not a sound from the pavement, Has the moon lost her memory?) 
Cats müzikalinin bu ünlü şarkısı  “Hatıra”(Memory), müziğiyle olduğu kadar sözleriyle de beni çok etkiler. Müzikallere olan ilgim çok küçük yaşlarda başlamıştır. Tek haneli sayılardan oluşan yaşlarımda annemin elimden tutup beni götürdüğü müzikaller, sinemalar ilk hatıralarım içimde çok özel bir yerde saklıdır. O nedenle ben de elimden geldiğince kızıma bu güzel kültürü aşılamak için her sene İngiltere seyahatlerimizde bir kaç müzikale bilet alır bu özel anları onunla paylaşmak için çaba harcardım. Pek çok müzikale gittik birlikte. Hiç bir sene Cats'i yakalayamamıştık. Kısmet İstanbul'da seyretmekmiş. Gerçi ben bu müzikali kızımın ortaokul yıllarında sahneledikleri KEDİLER müzikalinde rol aldığında ne kadar amatör olsalarda seyretmiş ve büyük keyif almıştım. Bu sefer İstanbul'a ayağımıza kadar gelen bu müzikali ıskalamak istemedik ikimizde.

"Denir ki kediler icin bir kural vardır. Sizinle konusmadıkça onunla konuşmayın."

Cats müzikali ilk kez 1981 yılında sahneye konmuş ve aralıksız 2002 yılına kadar tam 21 yıl durmaksızın sahnelenmiştir. Oyuncular, şarkıcılar değişse de Andrew Lloyd Webber’in bu muhteşem müzikali kısa sürede klasikleşmiş ve dünyanın çeşitli ülkelerine yapılan turnelerle de tam 50 milyon kişi tarafından izlenmiş.  

Müzikalin öyküsü kediler arasında geçse de aslında yaşamın ta kendisidir. Ana karakter Grizabella, kendisinin de bir parçası olduğu Jellicle Kedileri’ni terk edip dünyayı tanımayı tercih etmiş, ama dünya ona kibar davranmamıştır. Örselenmiş ve yıpranmış olarak Jellicle Kedileri’ne geri dönmüşse de kabullenilmemekte ve dışlanmaktadır.O ise eski günleri özlemektedir.

"Mutluluğun anlamını bildiğim günleri hatırlıyorum, yeniden yaşansın hatıralar, mutlu anlar. Mutluluk anları yaşadık ama kaçırdık anlamını"

Lloyd Webber KEDİLER müzikalini ünlü yazar, şair Thomas S. Elliout’ın Yaşlı Sıçan'ın Pratik Kediler Kitabı'ndan (The Old Possum's Book of Practical Cats) esinlenerek kurgulamış ve Elliout’ın eşinden bir müzikal öyküsü tasarlamasını istemiş. Ama sonuç kimseyi mutlu etmemiş ve tam bu sırada Elliout’ın eşi o güne kadar yazarın yayınlanmamış ve kedi Grizabella’nın konu edildiği bir şiirle Webber’in karşısına çıkmış ve tüm planları değiştirmiş. Hatıra şarkısı bir gecede Webber tarafından yazılmış, Trevor Nunn ise Eliout'ın "Rhapsody on a Windy Night" şiirinden yararlanarak şarkı sözlerini yazmış ve Gillian Lynne kareografiyi hazırlamış. Gösteri başlayacakken Grizabella rolünü oynayacak oyuncu ayağını kırmış, bu da yetmezmiş gibi ilk gösterim gecesi bomba ihbarı sebebi ile yarım kalmış. 

KEDİLER müzikalinin temasının alındığı yazar Thomas S. Elliout, Amerikan’ın güney eyaletlerine yerleşmiş bir İngiliz ailenin oğludur. Harvard’dan Oxford’a uzanan bilgi dolu yaşamında özellikle ruhsal ve dinsel konularla ilgilenmiştir. Budizm, İncil, Zerdüştlük, Lao-Çe felsefesi Elliout’ın yazılarına yansımış ve KEDİLER müzikaline tema olan şiirinde aslında ölümü ve yeniden doğuşu sorgulamıştır. 

Gerçekten de KEDİLER müzikalinde Jellicle Kedileri yılda bir gün yaptıkları kutlamada yaşlı bilge kedi Deuteronomy şerefine bir oyun sahneleme hazırlığına girişirler. Oyunun sonunda bilge kedi Deuteronomy her yıl bir kişi için kullanılan yeniden doğma hakkını bu kez Jellicle Kedileri’ne geri dönüşü kabul edilmeyen Grizabella için kullanır ve Grizabella bir kez daha Hatıra şarkısını söyleyerek Jellicle Kedileri’ne kabul edilir, yeniden doğar.
KEDİLER müzikalini canlı bir performans olarak seyretme olanağını, onlarca ödüle boğulmuş, 3358 kez sahnelenmiş, Hatıra şarkısı 150 farklı şarkıcı tarafından seslendirilmiş bu muhteşem gösteriyi kaçırmış sayılmazsınız. Kedi Victoria’nın nefes kesen solo dansını, bütün gün uyuyup geceleri fare avlayan Jennyanydots’u ve dişi kedileri peşinden koşturan ama erkeklerle ironik bir şekilde dalga geçen Rum Tum Tugger’ı görmek ve dinledikçe insanı alıp götüren Hatıra şarkısını bir kez de kedilerden dinlemek için seyretmenizi tavsiye ederim.

Günışığı
Bak ayçiçeğinin üzerindeki çiğe 
Ve bir gül soluyor 
Güller ayçiçeğinin döndüğü yere gidiyor 
Yüzümü şafağa dönmek için can atıyorum 
Günü bekliyorum 

Gece yarısı 
Kaldırımlarda çıt yok 
Acaba ay hatıralarını mı kaybetti? 
Yalnız başına tebessüm ediyor 
Sokak lambasının ışığında 
Dökülmüş yapraklar ayağımda toplanıyor 
Ve rüzgar uğuldamaya başlıyor 

Hatıra 
Tamamıyla ay ışığında yalnız 
Eski günlere gülebiliyorum 
O zamanlar güzeldim 
Mutluğunun ne olduğunu bildiğim zamanı hatırlarım 
Bırak hatıralar tekrar canlansın 
Her sokak lambası 
Ölümcül bir işaret gibi 
Birisi mırıldanıyor 
Ve sokak lambası cılızlaşıyor 
Yakında sabah olacak 

Günışığı 
Gündoğumunu beklemeliyim 
Yeni bir hayatı düşünmeliyim 
Şafak söktüğünde teslim olmayacağım
Bu gece de bir hatıra olacak 
Ve yeni bir gün başlayacak 

Sisli günler ateşte sona eriyor 
Günün adi soğuk kokusu 
Sokak lambası ölüyor, bir başka gece sona eriyor 
Bir başka gün sökün ediyor 

Dokun bana 
Beni bırakmak öyle kolay ki 
Tamamıyla anılarla yalnız 
Güneşli günlerden kalma 
Eğer bana dokunursan 
Mutluluğun ne olduğunu anlayacaksın 



cats musical memory

19 Ocak 2014 Pazar

Aşk ve Ayrılık


                         

Anlatacağım öykü, sakız ambalajlarına yaraşır bir basitlikte, basmakalıp bir masal,biliyorum… Ama dünyamızın düş kırıklığı ve umutsuzlukla çevrili olduğu zamanlarda, “pembe” bir devre arası, pazar gününe uyar diye düşünüyor ve başlıyorum:

Aşk ve Ayrılık, havanın güzel olduğu bir gün dolaşmaya çıkarlar.

Bir park sırasında el ele oturan sevgililere ilişir gözleri.

Genç çift o kadar mutlu görünüyordur ki Ayrılık dayanamaz, arkadaşı Aşk’a caka satar:

“Şu sevgilileri görüyor musun? İstersem onları hemen ayırabilirim!”

Aşk, “Bekle” der. “Ben bir yanlarından geçeyim, sen ondan sonra yap yapacağını...”

Ve çiftin yanından geçerken gözlerine bakar, sonra gelip durur Ayrılık’ın yanında.“Haydi, sıra sende!”

Bu kez, Ayrılık çiftin yanına yaklaşıp gözlerine bakar. Ve mutluluk yüklü bir kıvılcım görür o gözlerde.

Öylesine parlak, öylesine kıvrak bir kıvılcım ki sorma gitsin...

Ayrılık, Aşk’ın yanına gelip “Ben sabırlıyım, beklerim” der gülerek.

***
Aradan epeyce zaman geçer. Genç çift evlenmiştir. Çocukları vardır artık.

Adam işten yorgun argın geldiği evde tam kanepeye atarken kendini, eşi çocuklarınıkucağına verip: “Şunlarla bir ilgilen, ben çamaşırlara bakacağım” demektedir.

Ayrılık, “İşte benim sıram!” diye düşünüp çiftin gözlerine bakar, yeniden.

Bu kez Sevgi ve Sadakat’i görür, o gözlerde.“Daha sonra gelirim,” deyip gerilemek zorunda kalır.

Yine bir zaman geçer aradan. Çocuklar büyümüş, üniversiteye gidiyorlardır.

Okul masrafları, ekonomik sıkıntılar, borç harç… Küçük de olsa tartışmalar başlamıştır. Ayrılık ellerini ovuşturup, “Hah” der, “Şimdi sırası!”

Yeniden çiftin yanına gelip gözlerinin içine bakar. Bu kez, Saygı ve Anlayış’ı görür, ogözlerde.

Ayrılık, bir kez daha erteler, makûs girişimini.

Yıllar sonra, tekrar çıkar gelir.Çocuklar evlenmiş, torunlar olmuş; dede, nine iyice yaşlanmıştır.Ayrılık, çifte yaklaşıp gözlerine bakar yine.

Feri sönmüş o gözlerde, Güven ve Şükür’ü görür. Yine eli boş döner, tekrar denemeküzere.

***
Birkaç yıl daha geçer. Ayrılık, Umut’u da alıp tekrar uğrar çiftin evine.

Yaşlı nine şöminenin başında torununu seviyordur. Çocuklar işlerinde, eve birsessizlik hâkimdir.

Ayrılık, “Tamam” der, “Bu kez kesin bitiririm şi”. Dede’yi beklemeye başlar.

Saatler geçer, ama dede ortada görünmez.

Bir ara, nine paltosunu giyip bahçeye çıkar.

Bir demet çiçek toplayıp yola koyulur. Ayrılık merakla peşine takılır. Nine bir mezarlığa gelir. Topladığı çiçekleri eşinin mezarına koyarken onun gözlerinden akan yaşları görür Ayrılık.

“Tüh” der, “Geç kalmışım. Benim işimi Zaman yapmış!” Ve usulca uzaklaşır yaşlıninenin yanından.(*)

(*) Sayın Mustafa Kökten’e, ruhumuza taze bir soluk üfleyen bu güzel masalı için teşekkür ederim

Mine G. Kırıkkanat 19.01.2014 Cumhuriyet gazetesi köşe yazısından

13 Ocak 2014 Pazartesi

Hayatı yeniden yaşamayı öğreniyorum


Gri İstanbul sabahlarının biri. Havanın mevsim normalleri sinüs eğrisini şaşırtacak şekilde inanılmaz güneşli ve sıcak idi uzun bir süredir. Birazdan yağmur başlayacak ve istanbul'a yağmurlu günlerde sinen o yosun kokulu deniz havası inecek. Böyle günlerde huzur duyardım ben şimdi ise yanına yeni bir arkadaş geldi. Yalnızlık...

Çaydanlık her sabah ilk yaptığım demlenmek üzere buharı tüterek sabahın huzurunu estirirken, radyoda Mozart  ruhumun ritmini ayarlıyor.

Dün kargodan gelen zarfı açınca kalbimde hissettiğim yanmayla birlikte iyi birşey yapmışlığın verdiği o gururu hissettim. Eşimin ölümünün ardından herkese haber vermenin en iyi yolunun gazete ilanı olduğunu  anladım. İlana eklediğimiz çiçek göndermek isteyenlerin TEVe bağış yapmaları ibaresi bu hislerime sebep olan. Kargo TEVden geliyordu. cenaze töreni münasebetiyle TEVna bağış yapanların listesi ve bir teşekkür ve taziye mesajı idi. Liste iki sayfa uzayıp gidiyordu. 

Sanırım hayat bana bir mesaj veriyordu. Eşim hayattayken o hep arkadaş biriktirirdi. Onlar için her imkanını kullanır, yapabileceği ne varsa zorlayarak onların faydası için uğraşırdı. Bu sadece arkadaşları için değil yanında çalışanlar, çarşıda ki esnaf, taxi şöförleri hatta caddede medil satanlar için bile böyleydi. O iyi bir insandı. Güzel insandı. Adam gibi adamdı...

Şimdi şarkının dediği gibi hatıralar dört bir yanımda,  ben hatırlamak istemesem de bana herşey onu hatırlatıyor. Hangisi doğru bilemiyorum, bulunduğum, gittiğim her yeri ondan arındırmak mı, yoksa herşeyine sarılıp heryerde onun izlerini bırakmak mı? Üzerimde hırkası, dışarı çıkarken atkısı beni bırakmıyor. Sanki birkez daha kaybedecekmişim gibi geliyor, onları çıkarırsam. 

Biz birbirimize çok aşık olduk, çok sevdik birbirimizi, hiç terk edemedik, ayrılmadık. Birlikteliğimiz o kadar sağlamdı ki hayatın entrikaları, iyi ve kötü hiç bir şey bizi birbirimizden koparamadı. Sinemaya gittiğimde elele tutuşurduk, sevgimizi daha iyi hissederdik sanki. belki bu yüzden sinemaya gitmeyi çok severdik. Ben 19 yaşımda aşık oldum, 22 yaşında evlendim, 23 yaşımda anne oldum. Hayatı onunla tanıdım, onunla öğrendim, onunla yaşadım. Ama aramıza hayat girdi işte.Yaşam ağır basıyor.Şimdi onsuz nasıl yaşanır öğrenmeye çalışıyorum.

İstanbul en sevdiğim şehir, hep dediğim gibi bu şehirde içimde kuşlar uçar benim. Bu yaşamı eğer kendi başıma yaşayacaksam İstanbul bana yardım eder. Sahil boyunca uzun yürüyüşler yapıyorum. Su beni rahatlatıyor. Derler ki, eğer boğazın sularina bakıp, seni üzen bir derdini anlatırsan, su onu da alıp götürürmüş uzaklara...

Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülüyorsa şayet ben zaten çok uzun yaşadım...

4 Ocak 2014 Cumartesi

GERÇEK





Yılbaşı sabahı . 2014 ün ilk günü ben M'imsiz uyandım...Kabul etmesi o kadar zor ki..Hem söylenecek hiç birşey olmayıp hem de çok şey olması ne büyük bir tezattır, bugünlerde bunu yaşıyorum. Acım tarifsiz. Kalbimi buz kapladı. Ciğerin yanması, burnunun direğinin sızlaması nedemek ilk kez bedensel olarak yaşadım.Kalbimdeki pırlantayı kaybettim. Üzüntümü anlatabilecek bir kelime ne yazık ki yok. Bunu anlatabilmeye gücüm de yok zaten.


Öyle anlar var ki gerçeğin aslında bir rüya olmasını istediğimiz. Ama bize hep gerçeğin peşinde koşmak öğretildi. Bunu kabul etmek ne kadar zor da olsa, hayat israrla öğretiyor. Gerçek bu. Daha derini bu acının yaşama dair istek ve gücümü kaybettirmiş olması. İnsanı düşünmek yorar mı? Evet insan tarifsiz kederler içinde olunca düşünmekten yorulurmuş, içinde derinlerden bir yerlerde varolduğunu bildiği gücü, aslında yitip gidenle gidebilirmiş, hep gülen yüzü bir an birdaha hiç gülemeyecek hale gelebilirmiş, kalbi buz kesebilir, gözlerinden akması gereken hicran yaşları kalbine akabilirmiş ve aslında senin olduğunu zannettiğin ellerinde sandığın bir pırlanta gün gelir avuçlarının içinden kayıp yok olabilirmiş...

İnsanın, yaşamını birlikte kurduğu, sevdiği, paylaştığı ve birlikte neş’elenebildiği yarısını kaybetmesi inanılmaz acının ve hüznün tadını tattırırmış insana,dili değil ama ciğerin yanarmış...

Bir şey daha öğrendim bu acı ancak içten dostların kalpleri size dokununca huzura dönüşürmüş

Sabırdan çok daha fazlasına ihtiyacım var. Çok ani bir gidiş. Hep ona yetişememekten korktum. Sonunda ellerimden kaçtı gitti, yakalayamadım...

Üzüntümü kelimelerle anlatmam mümkün değil ama eşimin bana bıraktığı tamamlanması gereken çok görevlerim var. Onları tamamlayana kadar sizlere çok ihtiyacım olacak.Bu zor günleri atlatmak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Zaten başka bir seçeneğim var mı? bilemiyorum ama sorumluluklar eşimin benden beklediği gibi olabilmek onun yapmak istediği ancak tamamlayamadığı yarım kalan işleri tamamlayarak bu evrenden huzurla ayrılmak için çaba harcayacağım. Bunu başarabilirim umarım.