20 Mart 2013 Çarşamba

Beste'ye Süpriz





Sevgili Besteye süpriz yapmak istedim bugün."Doğayı Keşfederken" isimli bloguna bugün yeni ektiği çiçeklerin isimlerini yazmiş. Ben de resimsiz olmasın diye fotoğraflarını ekledim Beste'ye gönderiyorum. Umarım daha iyidir. Bir ara diktiği çiçeklerin fotoğraflarını onun güzel objektifinden görmeyi çok isterim doğrusu. Böylelikle benim blog da biraz çiçeklenmiş oldu. Tabi ben Besteciğim kadar iyi tanımıyorum isimlerini çiçeklerin. çoğunu bilirim ama isimlerini bilmeden. Onun sayesinde isimleri de öğrenmeye başladım. Sürçü lisan ettiysem affola.

Sevgiler ,sağlıklar Besteciğim,




Aster nain Alice Haslam, gaura Lindheimeri, Pavot d'island, Croepsis grandiflora 'presto', Doronic 'little Leo' jaune, Achille 'cerise queen', Scabieuse du Caucase bleue.
 Scabieuse du Caucase bleue.
Aster nain Alice Haslam 
Croepsis grandiflora 'presto
Doronic 'little Leo' jaune
Pavot d'island
 gaura Lindheimeri
Achille 'cerise queen'

17 Mart 2013 Pazar

Aşk Nedir?


     25 yıl önce büyük bir aşkla sevip, o güzel ellerinden tutup hiç tereddüt etmeden bir ömür sürecek maceraya  atıldığım, eşim, hayat arkadaşım, en büyük oğlum, dostum, sırdaşım, küçüklerimin babası, ne yazık ki kötü huylu bir arkadaş edindi. Oğlum küçük bir çocukken uygun olmadığını düşündüğüm bir davranışında ya da öğretmeninden bir şikayet aldığımda ona, bana annemin yaptığı gibi "Bu ara arkadaşların kim bakim senin" diye sorar, asla ona toz kondurmazdım.

Kendimden çok fazla bahsetmek istemediğimi blog dostlarım iyi bilir.  Ancak son iki yılda hayatımda bizi tepetakla eden o kadar olaylarla karşılaştım ki, taştım, köpürdüm artık kabıma sığamıyorum.
Son günlerde yaşadıklarım ise dram filmlerine konu olabilecek türden. 1970 li yıllarda yönetmenliğini Arthur Hiller'in yaptığı Ali McGraw ve Ryan O'Neal'in unutulmaz oyunuyla efsaneleşen, Erich Segal'in unutulmaz eseri " Lovestory" filmini düşündüğümde hafızamın derinliklerinde hüzünlü, onurlu, melankolik aşk duygusu derinlerden sıyrılıp dış belleğime yerleşiverdi birden...

Mim'in dikkatimi ilk çektiği gün  "Bu çocukla evlenecek kız ne kadar şanslı" diye iç geçirdiğimi hatırlıyorum. Evrene mesaj göndermişim bilmeden.(!) Üç yıl flört döneminden sonra, Mim le 21 yaşında nişanlanıp bir yıl sonra üniversiteyi bitirir bitirmez evlendim. O yaşta aşık olmuş bir genç kıza yaptığının ne kadar riskli, mantıksız hatta akılsızca olduğunu anlatabilmek ya da anlayabilmesini beklemesinin hiç mümkün olmadığını ancak bu yaşımda anlayabiliyorum. Hele bu aşk uğruna yetiştiği, okuduğu, ailesini ve tüm arkadaşlarının olduğu şehri terk edecek, tek bir tanıdığının olmadığı bambaşka bir şehre gidecek kadar çılgınca aşık olan bir genç kıza... Şimdi geriye dönüp baktığımda kendini daima ikinci plana atan, sevdiklerine kendini adayan yaşadığı yılları X2 yaşamış bir karakter görüyorum. Aşkın ne olduğunu sorguluyorum zaman zaman, bir delilik mi? kör cesareti mi? akıldışılık mı? Filmi tekrar seyrederken pek çok cümlenin sorumu yanıtladığını farkettim.


"Hiçbir zaman bundan daha iyi bir dünya olduğunu düşünmedim.Yani Mozart'dan Bach'dan ve senden daha iyi ne olabilir ki ?ve de Beatles'dan." diyen Jennifer gibi...

Burs kazandığı Paris'teki bir üniversiteye müzik eğitimi için gitmek yerine, kalbinin sesini dinleyip, aşık olduğu adam uğruna vazgeçtiklerinde, fedakarlıklarında hep aynı çılgınlığı görüyorum.



"Ruhlarımız biraraya gelip daha da güçlendiğinde, vücutlarımız birleşip şaha kalktığında, koca kanatlı ulu rüzgar üfürdüğü dalgalarla benliklerimizi yakmaya başladığında birbirimizin olalım. Dünya üzerindeki varlığımız  son bulana değin birbirimizin olmaktan vazgeçmeyelim . Yüce dağları düşünüp bulutların üzerimizden geçtiğini varsayalım ve kulaklarımızda altından bir arpın çaldığı müziğin tınısını hissedelim. İçimizde ta derinlerde kadın ve erkeğin birlikte yaşadığı bir dünyada her zaman birlikte olalım. Günün birinde ölüm karanlığıyla beraber gelip günahsız ruhlarımızı alancaya kadar birbirimize olan sevgimiz azalmasın." 


Eşinin lösemi olduğunu öğrendiğinde, çaresizlik, suçluluk, pişmanlık, umutsuzluk duygularını yüreğinin derinliklerinde duyan Oliver, elinde iki adet Paris biletiyle eve geldiğinde Jennifer'ın istediği tek şeyin zaman olduğunu söylemesi karşısında ne yapacağını bilememesi. Hiç bir zenginliğin, hiç bir ilacın, hiç bir insanın gerçekleştiremeyeceği bir isteğin realite karşısında ki eriyişi. Ve aşkın tarifi,




"Asla pişman olma ufaklık, Aşk asla pişman olmamaktır" 

12 Mart 2013 Salı

YIKIM





Hüzün neymiş insan kaybedeceğini anlayınca başlıyor,ben hüznü hiç yaşamamışım meğer, Kavga neymiş, ben hiç kavga etmemişim meğer. Susmak neymiş insan Onu kaybedeceğini anlayınca başlıyor.Ben çok konuşmuşum meğer, Uyumamak neymiş insan onu düşününce anlamaya başlıyor ben hep uyumuşum meğer, Ben hiç ağlamamışım meğer, İnsan sevdiğini kaybedeceğini anlamaya başlayınca anlyor hıçkırmak neymiş meğer? Tutamamak neymiş insan sevdiğini kaybedeceğini anlayınca başlıyor, meğer ben hiç tutunamamışım. Üşürken için yanmak ne demekmiş, yüreğin kan ağlarken dudaklarına sahte gülücük kondurmak, ne demekmiş insan anlamaya başlıyor, insan sevdiğini kaybedeceğini  anladığında başlıyor. Yarım olmak neymiş insan kaybedeceğini anlayınca anlıyor. Ben hiç kesilmemişim meğer Çaresizlik neymiş anlıyor insan, meğer ben hiç umutsuz kalmamışım meğer Sevgi neymiş ,insan yaşamını bağladığı insanı kaybedeceğini anladığı zaman başlıyor. Ben hep sevmişim meğer...  04.02.2013



Hüzün neymiş insan kaybedeceğini anlayınca başlıyor,ben hüznü hiç yaşamamışım meğer,
Kavga neymiş, ben hiç kavga etmemişim meğer.
Susmak neymiş insan Onu kaybedeceğini anlayınca başlıyor.Ben çok konuşmuşum meğer,
Uyumamak neymiş insan onu düşününce anlamaya başlıyor ben hep uyumuşum meğer,
Ben hiç ağlamamışım meğer,
İnsan sevdiğini kaybedeceğini anlamaya başlayınca anlyor hıçkırmak neymiş meğer?
Tutamamak neymiş insan sevdiğini kaybedeceğini anlayınca başlıyor, meğer ben hiç tutunamamışım.
Üşürken için yanmak ne demekmiş, yüreğin kan ağlarken dudaklarına sahte gülücük kondurmak, ne demekmiş insan anlamaya başlıyor, insan sevdiğini kaybedeceğini  anladığında başlıyor.
Yarım olmak neymiş insan kaybedeceğini anlayınca anlıyor. Ben hiç kesilmemişim meğer
Çaresizlik neymiş anlıyor insan,  ben hiç umutsuz kalmamışım meğer
Sevgi neymiş ,insan yaşamını bağladığı insanı kaybedeceğini anladığı zaman başlıyor. Ben hep sevmişim meğer...

04.03.2013
Teşhis tarihi

5 Mart 2013 Salı

ROMANTİK KOMEDİ 2 : Bekarlığa Veda


ROMANTİK KOMEDİ 2 : Bekarlığa Veda
Yönetmen: Erol ÖzBekarlığa Vedalevi
Senaryo: Aslı Zengin, Ceren Aslan
Tür: Duygusal, komedi
Oyuncular: Sinem Kobal, Engin Altan Düzyatan, Sedef Avcı, Cemal Hünal
Yapım: Türkiye, 2013

          Cuma günü akşamı sinema demektir benim için. Vizyonda seyretmeye değer bir film olsun olmasın bir bağımlılık halini almış durumdur bu hayatımda. Neticede sanata olan düşkünlüğüm (hatta bağımlılığım) hayatta insan için kötü olan hiç bir şeye bağımlı olmama bilincine sahip bana sigaranın nikotini gibi ihtiyaç hissettirir.

          Sinema saydam bir film şeridi üzerindeki görüntüler, ışığın yardımıyla bir perdenin üzerine art arda düşürüldüğünde, gözümüz bu görüntüleri hareket ediyormuş gibi algılar. Bunun nedeni beynin, gözün ağtabakası üzerine düşen görüntüyü, görüntü yok olduktan sonra kısa bir süre daha saklamasıdır. Ağtabakadaki yansıma gerçekte göründüğü süreden daha uzun bir süre algılandığından, bir cismin görüntüsü kaybolmadan öbür cismin görüntüsü ağtabakaya düşerse, film karelerinden göze yansıyan her görüntü birbirinin devamı olarak, yani hareket ediyormuş gibi görünür. Bu beynin yarattığı görsel bir hareket yanılsamasıdır.

         Sinema sözcüğü, Fransa'da Lumière Kardeşler tarafından bulunan kameraya, Yunanca "kinima" (hareket) sözcüğünden yararlanarak takılan "sinematograf" (hareketi yazan) adının kısaltılmışıdır. Bu deyim bugün esas olarak, bir olay ya da tezi hareketli görüntüler yoluyla anlatmak için dramatik yapı, sahne düzeni, oyun, konuşma, görüntü çerçevelemesi ve düzenlemesi, kamera hareketleri, dekor, aydınlatma, ses, müzik, kurgu gibi bir filmi yaratan bütün ögelerin en uygun biçimde kullanılmasını öngören sanat ve sanayi kolunu tanımlar.(1)

           Sinema da bu anlamda vazgeçilmezdir benim için. Karanlık bir salonda perdeden yansıyan o yaratıcı soyutluk, beni kendi somut gerçekliğiyle etkiler. Afşar Timuçin de sanatın somuttan gelip, somuta giden bir soyut olduğunu söylemez mi? (2)


İşte dün nedense(!) galası Londra'da yapılan reklamı çokça olan "Kelebeğin Rüyası" filmi yerine, ilkini seyredip sinemadan mutlu çıktığım bir filmin 2.sini seyretmeyi tercih ettim. Aslında itiraf edeyim arkadaşımı kırmamak için istemediğim halde Kelebeğin Rüyası filmi için sözleşmiştik. Ama yer olmadığı sebebiyle (!) bilet bulamayınca içten içten nasıl sevindim anlatamam. Zira ruh halim ağlamaya hiç müsait değildi. Yanlış anlaşılmak istemem ama çok reklamı olan üstelik güvendiğim sinema eleştirmenlerinin olumsuz kritiklerini okuduğum halde merakla gitmek istediğim bir film olmasına rağmen bugün bir filme ağlamak için para vererek gitmek doğrusu hiç işime gelmemişti.
Bu aralar gereğinden fazla ağlamakta olduğumdan ihtiyacım olan gülmek, mutlu olmak Hollywood çakması olsa da akılla düşündüğümde seyretme ihtiyacım olan filmin Romantik Komedi olması gerektiği sonucuna beni götürüyordu.


Sefiller filmini bile seçebilecek halde değildim ki Londra’da yıllarca oynamış müzikalini dinlemiş, müzik ve flm DVD sini almış çok önem verdiğim ve insanlara gerçek anlamda erdemin ne demek olduğunu kanıtlayacak ve almasını bilene önemli dersler çıkarmasını sağlayacak Victor Hugo’nun unutulmaz eserinden sinemaya uyarlanmış olmasına rağmen (!)



Tabii ki yaşanmış bir deamı anlatan ve özellikle şiirlerini çok beğendiğim gerçek bir duygu adamı Yılmaz Erdoğan'ın düşüncelerinden ve birikimlerinden çıkmış "Kelebeğim Rüyası" filminin de O'nun dantel gibi işlediğinden emin olmama rağmen.

Aristonun poetikasında tanımını yaptığı Katharsis'e ulaşma, seyircinin izlediği sahne de korku ve acıma ögelerini kendi başına geliyormuş gibi düşünerek , bu duygulardan arınmasını sağlar. Seyircinin sinemaya ağlamak istediği için ağlamak üzere gittiğini gösterdiğini iddea eder. Aristoya göre tiyatro arınma sağlar çünkü sahnedeki görüntüler insana kendini dışarıdan gösterir.Bir hırsıza "hırsızın başından geçen olaylar"konulu bir görsel sunulduğunda , kendine dışarıdan bakacak ve yaptığının kötü birşey olduğunu anlayacaktır" der. Üstelik Aristo'nun bu iddeası o dönem suçluların islahında kullanılmış bir yöntem olsa da daha sonra Brecht sonradan Epik tiyatro ile bu kurama karşı çıkmış olsa da bu konuda uzman olmamakla birlikte iki düşünür arasında kaldığımı itiraf etmeliyim.



Çokta doğru bir karar verdiğimi filmin çıkışında film öncesi karşılaştığım çok eski bir iş arkadaşımın Kelebeğin Rüyası filminden çıktıktan sonra kurbağaya dönmüş gözlerini görünce anlamış oldum.

Hepinize hep güleceğiniz her ne zorlukta olursanız olun gülmek için bahaneler yaratabileceğiniz anlar dilerim.


(1)Temel Britannica;
(2)EstatikteAnlam ve Yorum Afşar Timuçin