25 Mart 2012 Pazar

Hayatınız kaç sayfalık roman olur?

Hiç bitsin istemedim. Her sayfasını, her satırını, her cümlesini, her kelimesini ağır ağır okudum,  Onunla yılları, ayları, günleri,saatleri anları bir solukta yaşadım....

Biyografi yazarının yaptığı şeyin, bir ölüye kendi sözcüklerini, kendi nefesini, hatta bazen kendi belleğini ödünç vererek onu diriltmeye çalışmak olduğunu düşünmüşümdür hep. Konusunu da asla bir tesadüf eseri seçmez! 

İşte böyle bir şey, yazarı Liz Behmoaras kaleminden Suat Derviş'i okumak.

Kitap bir biyografi. Yazar'ı kimi zaman, Suat Derviş'in babasının aile yadigarı Moda'da ki konaklarında, kimi zaman, ıtır ve kekik, lavanta nane kokularıyla, serçe ve saka kuşlarının cıvıltıları arasında özgür ve neşeli çocukluğunun yazlarını geçirdiği mavi ve yeşilin aşkını anlatan Çamlıca'nın tepelerinde, çoğu zaman 1900 lü yılların başlarında Osmanlı Devleti'nin, sonraları Cumhuriyet dönemi Türkiyesi'nin içinde bulunduğu tarihsel ,toplumsal, ekonomik, sosyolojik yaşamı sürükleyici bir anlatımla aktarılmış.

Babası Fransa Lyon'da tıp eğitimi alırken, istibdad'a baş kaldırdıkları için, Osmanlı Devletinden kaçıp Fransa'ya sığınanların oluşturduğu Jön Türk hareketine katılmış ve yurda döndükten sonra İttihat ve Terakkiciler arasına katıldığı söylenen İstanbul Üniversitesi Tıp fakültesi jinekoloji profesörü İsmail Derviş, annesi Sultan Abdülaziz’in Mızıka-yı Hümayun Orkestrası şefi Kamil Bey’in kızı Hesna Hanım.Osmanlı aristokrasisine mensup bir ailenin kızı  Suat Derviş,  liberal, gerçekçi idealist, ilkeli, toplumcu bir  feminist gazeteci/yazar.

Ablası Hamiyet ile yabancı özel öğretmenlerden aldığı müzik ve yabancı dil derslerinde, piyano başında ya da anadili gibi Almanca ve Fransızca konuşurken, babaları arkadaş olan , Suat'a aşık olduğu yıllarda,  onun adına"Gölgeler "şiirini yazan  Nazım Hikmet'le  edebiyat sevgisini paylaşırken, ülke siyaseti hakkında tartışırken, üniversite okumak üzere ailesi tarafından Berlin'e konservatuar eğitimi için gönderildiğinde,   yüreğinin sesini dinleyip edebiyat ve felsefe fakültesine kaydını yaptırırken, gazetelere yazdığı çeşitli yazıları yazarken, Suat Derviş ile  değişen dünyaların, kültürlerin, düşünce ve ideallerin dünyasına dalıyorsunuz. Bu arada geçen tarihsel süreçte Osmanlı modernleşmesinden, Türk burjuvazisinin oluşumuna geçişi barındıran gelişmeleri de yakalıyorsunuz.

1930-32 yılları arasında Hitler'in iktidara gelmesinin ardından Berlin'de yükselen Nazi baskılarını yaşamış ve dayanamayıp Türkiye'ye döndükten sonra devam ettiği gazetecilik mesleğinde yurt dışına çıkan ilk kadın gazeteci olarak Tan Gazetesi’nde II. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’nın politik çekişmelerini izlemek üzere Rusya'ya gitmekle görevlendirilir.  Rusya’da gördükleri, yaşadıkları, öğrendikleri siyasi görüşlerinde dönüm noktasıdır. Tarihinin yaşayan şahidi olarak yaşamını allak bullak eden, seçtiği ve ölünceye kadar bu uğurda mücadele etmeyi asla bırakmadığı ideolojisinin arkasında dimdik ve inatla durduğu yaşamının 1905-1972 tarihleri arasına, Suat Derviş'le seyahat ediyorsunuz.

İlk evliliğinde yaşadığı kişilik kavgalarını, modern, ilerici, eşitlik ve özgürlükçü ilkelerle beslenmiş kişiliğiyle yaptığı evliliklerin aykırılığını sorgularken, Mustafa Kemal’in teyzesinin oğlu olan dördüncü eşi Reşat Fuat Baraner ile mutluluğu yakalamasına tanık oluyorsunuz.  1941'de birlikte çıkardıkları sosyalist görüşlü Yeni Edebiyat dergisi, bir yandan Orhan Kemal, Atila İlhan,  A.Kadir, Mehmet Seyda, İlhan Tanus, Hasan İzzettin Dinamo gibi dönemin bir çok genç yazar ve şairinin yetişmesine  olanak yaratırken, diğer yandan eşinin tutuklanmasına, ömrünün sonuna kadar gözaltında tutulmasına, hayatının alt üst olmasına neden olan dönemde  umutlarının tükendiği noktada Fransa'ya giderek küllerinden yeniden doğan bir Suat Derviş ile , 1953-1963 yılları arasında Fransa'nın o döneminin toplum, edebiyat ve siyaset hayatını , Ablası Hamiyet ile daha sonra Türkiye'de "Ankara Mahpusu " olarak yayınlanacak "Zeynep İçin"adlı romanı fransızca yayınlanınca ünlü fransız edebiyatçılardan müthiş eleştiriler alışını hayretle izliyorsunuz. Yine fransızca yazdığı, döndükten sonra kendi eliyle senaryolaştırdığı "Fosforlu Cevriye" romanının sinemada kazandığı başarıyı gördükten sonra, 1972'de son yolculuğuna, arkasında 328 sayfalık bir romana sığmış bir yaşam, sayısız roman, makale, köşe yazıları bırakarak gönül rahatlığıyla gitti Suat Derviş.

"Bir insanı kalıcı yapan, geride birkaç eser bırakmasından çok, yaşayıp etkili olması ve yaşayıp etkili olmaya başkalarını da sevketmesidir"   
GOETHE

Bazı insanlar vardır, çağının çok ilerisinde doğmuş, etrafına ışık saçmış, asla kaybetmek istemediğiniz ancak değiştiremeyeceğiniz gerçeğe tevekkülle boyun eğdiğiniz  ve... kitaplar vardır, okumaya doyamadığınız ama sayılı sayfalarının teker teker çevirerek okuduğunuz, bir rafta gözünüze ilişen , sizi seçen kitaplar...Sizi seçen kitap, zaman tünelinde farklı hayatları, yaşanmış, tarihin içinde bıraktığı yerden geriye doğru yanına alıp zaman tünelinde geçmişe sürükler adeta.. Kitabın kahramanıyla o gülerken, güler, ağlarken ağlarsınız. Bu bir anlamda  ölümsüzlük değil midir? Hayatınızın bir romanda okuyucu tarafından tekrar tekrar yaşanılır olması sizi tarihin derinliklerinden sonsuzluğa taşımayı sağlamaz mı?
Ama aslolan yaşamaya ve anlatmaya değecek bir yaşam sürmek olsa gerek... Aynı. Suat Derviş gibi..

                                       GÖLGELER
"Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını
Bir kere eğemediğim bu kadının başını
Kaç kere sürükledi gururumu ölüme
Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme
Cevapları öyle heyecansız ki onun,
Kaç kere iman ettim hiçliğine ruhunun
Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi
Güzelliğin önünde dolup çarpmalı kalbi
Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal
Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal
Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor
Bir çiçeğin önünde bir dakika durmuyor

Dönüyoruz yine biz uzun bir gezintiden
Gönlümün elemini döküyorken ona ben
O bana kendisini gülerek naklediyor
Bilseniz mavi boncuk nasıl yaraştı diyor.
Ya bu kadın delidir yahut ben çıldırmışım
Ben ki bir çok kereler kırılmışım, kırmışım
Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı;
Birden onun yüzüne haykırmak ihtiyacı
Alev alev tutuştu yangın gibi
Bir dakika kendimin olamadım sahibi
Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım dedim,
Yola mağrur uzanan gölgesini çiğnedim!
"
                                                                                            Nazım Hikmet