29 Ocak 2012 Pazar

Ben Deliyim...Deli Olmak Zorundayım !


İş dünyasından ayrılıp, tekrar geri döndüğüm 10 yıl içinde müthiş bir değişim olmuş ve ben bu değişimi anlamakta, daha doğrusu uyum sağlayabilmekte çok zorlanıyorum. Etkin bir sosyal adalet mekanizmasının çalışmadığı ekonomik bir sistem olan kapitalizmin insan egosunu devreye sokarak akılcılıktan uzaklaştırdığı, gittikçe ben merkezciliğe kayan bir sosyal yaşamı tetiklediği, üstelik özgürlük ve eşitlik kavramlarını özünde barındıran demokrasi kavramına yüklediği yeni anlamlarıyla insanı insancıllıktan uzaklaştıran bir yapıya bürünmüş günümüz anlayışı. Her bireyin kendini kurtarmakla yükümlü olduğu, başarısız olanın elenmesini öngören, zaten var olan yapı gittikçe daha kabul edilmez bir hal almış yürümüş, artarak devam ediyor. Bu durum ise insanın temel değer olarak kabul ettiği toplumun, özgür ve eşit insanlardan meydana gelmesini ve tek tek sahip oldukları akıl ve bilgiyi kullanarak mutlu bir toplumu oluşturma olanaklarını elinden alıp, sahip olunan demokrasinin işlevini yerine getirmesini engeller bir durum almış ve durdurulamaz bir şekilde hızla ilerliyor. Ancak beni şaşırtan ve insanlığımdan utandıran asıl konu, insanların düşüncelerini özgürce dile getiremedikleri, toplumun değişmiş değer yargılarına göre kategorilere ayrıldığı ve asıl gücün cepteki para ile ölçüldüğü, insanın değersizleştirildiği bu akıl tutulmasının esiri olmuş insanların çokluğu.
Son zamanlarda günün savaşından yorulmuş ruhumu ancak uykuda huzurlu hissedebiliyorum.Melih Cevdet Anday'ın Eşitlik şiirinin satırları geçiyor gözümün önünden,

Uyuduk mu eşit oluruz, ne tutku, ne gurur, ne umut
Üşüyorsan ısıtır seni.
Birçoğu ölüme benzetti, belki de rüya görmek, dedi Hamlet.
Ya Don Quijote ne demek istedi;
Ölsen ölünmüyor, yaşasan yaşanmıyor.

Cervantes Don Quijote'u yazarken sanırım o da kendini benim içinde bulunduğum bu ruh hali içinde hissetmişti. Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir insana, herhangi bir gelişmeye karşı çıkma hakkını, çoğunluğa sahip olma şartına bağlı olmaksızın kullanabilme gerçekliği ya rüyada ya da romanlarda oluyor ne yazık ki. Don Kişot, kafasında yarattığı ve ancak şövalyelerin ruhunda taşıyacağı yüce değerler için savaştı, dünyasını çıplak gözle değil ruhu ile gördü. Don Kişot’un halüsinatif bir edayla savaş yürüttüğü rakip her zaman var. Ve üstelik bunlar yeldeğirmenleri kadar masum değil.
Cervantes Don Quijote karakterinde , insanı insan yapan onur, cesaret, gerçek sevgi, yüreklilik, insancıllık, sadakat, kahramanlık ve daha bir çok erdemin sonuna gelişini resmeder. İnsan içinde artık bilgelik anlayışını barındırmayacaktır, bu nedenle insan ve onunla ilgili herşey bir bayağılaşma değersizleşme okyanusunda maddi nitelikleriyle tanımlanacaktır. Herşeyin geçici ve eğreti olarak yaşandığı bir dünyada şövalyelik erdemleriyle hareket eden Don Quijote, bize acı bir ironiyi anlatır. O bize, böylesi bir ethosta nasıl yaşanabileceğini gösterir: delirerek.  Farabi’ye göre de   bilge kişi meseleleri ele alış biçimi ve kullandığı kavramların onu sevk ettiği davranış biçimiyle içinde yaşadığı toplum tarafından “garip” olarak değerlendirilir. Onun toplumuyla ilişkisi her zaman gerilimli olmuştur. Don Quijote da kendini ifade etme yollarının tıkandığı, işaretlerin işaret ettikleri şeyden yoksun oldukları bir ethosta haykırır:
“Deliyim, deli olmak zorundayım.”
 Don Quijote, “ Dostum Sancho, şunu bilmen gerekir ki, Tanrı beni bu demir çağında, altın çağ dediğimiz çağı geri getirmem için yarattı. Benim kaderim büyük kahramanlıklar, tehlikeler, yiğitliklerdir.”
Ancak o, bahsettiği büyük kahramanlıklara, o kahramanlıkların gerektirdiği cesarete, erdemlere, bilgeliğe ve onu bekleyen tehlikelere, gerçek ile hayali birbirine karıştırarak düşler aracılığıyla açılır.
      Ben de, kendini  doğru saydığı değerlerin içinde olmaya aynı zamanda şimdi içinde varetmeye çalışan ancak bir yere konduramayan Don Ouijote gibi bir çıkmazın içinde savaşıp durmaktayım. Yozlaşmış değerler yığınının içinde adına yaşam dediğimiz kendini özgürleştirme ve var etme serüveninde,  yeni anlayışın yarattığı yokluğun ve hiçliğin bilincinde olan için, yoksunluğunun ızdırabını yaşamaktayım. Oysa büyük bir çabayla yarattığım o erdemlerin kağıttan kuleler gibi bir nefeslik üfleyişle darmadağın oluşuna tanık olmak, çekilen ızdırabı arttırıyor.  Asıl farkedemediğim ise kötülüğün doğaüstü olmayışı.
Şimdi düş zamanı...
Sevgiyle DS