Kitap kulübümüzün haziran ayı kitabı Paulo Coelho'nun Elif adlı romanıydı. Kitabı okumamış olup, yorumlarını takip edenlerin eminim kafası karışmıştır. Çünkü aynı yorumlar gibi kitap kulübümüzde bu kitabı okuyan arkadaşların yorumları birbirine 180 derece zıttı. Aynı benim kafamdaki Elif yorumları gibi. Bir kitap nasıl hem çok güzel, hem de çok kötü olabilirdi. Ben de tuttum bu yorumları akıl terazisinin kefelerine yerleştirdim. Ben hangi kefenin ağır geldiğini yazayım, karar vermesi size kalsın.
Bir kere bu paradigmayı yaratıp aynı beyinde, hem beğeniyi, hem nefret ettirme başarısını gösterdiği için yazarı kutlamak gerekir. Uzun yıllardır okuduğum kitaplar içinde bu kadar altını çizdiğim cümle olan kitap olmamıştır. Yine bu cümlelerin çoğunu okurken benim doğrularıma uymayan katılmadığım fikirler olarak düşündüğüm ancak bana yine kendimin dışına çıkıp, "belki de böylesi de doğrudur" diye düşündüğüm çok oldu. “Kitaptakilerin %90 lık kısmını yaşadım” diyen Coelho'nun yüzeyde görünenin değil, alttaki buzdağlarını ortaya çıkarmak adına, okuru, içsel bir sorgulamaya götürme yeteneğine hayran olduğumu itiraf etmeliyim. Zira yazar hem kendi hem de Hilal'in iç içe geçmiş iki yolcu(luğu)nun içsel hesaplaşmalarını ve sonu mutlulukla biten arınmanın öyküsünü anlatarak okura bir yol çiziyor "Kendine ne olduğunu anladığında, bütün dünyada ne olduğunu anlamış olursun"
Kitap hakkında yorum yapabilmek için, beni çok şaşırtan yazarın hayatı hakkında edindiğim bilgileri paylaşmam gerektiğini düşündüm. Paulo Coelho Brezilyalı. Henüz 7 yaşında gittiği dini okulda,dinin zorlayıcı doğasından nefret etti. Ailesi ise mühendis olmasını isiyor, onun kendini edebiyata adamak için duyduğu arzuyu bastırmaya çalışıyorlardı. Bir taraftan okul, diğer taraftan aileden gelen baskılar Paulo'nun içindeki isyancı ruhu uyandırdı ancak babası bu davranışları zihinsel bir hastalığın belirtisi olarak yorumladı ve 17 yaşındaki oğlunu üç kez, elektroşok tedavisi görmek üzere bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesine yatırdı.
Hastaneden çıktığında, Paulo iyice yalnız kalmış, içine kapanmıştı. 60'lı yıllara gelindiğinde hippi hareketi, Brezilya gibi, o dönemde baskıcı, askeri bir rejimle yönetilmekte olan bir ülkede bile salgın gibi yayıldı. Paulo saçlarını uzattı, kimlik kartını asla yanında taşımamaya karar verdi; hippi hareketini her boyutuyla yaşamayı istediğinden, bir dönem uyuşturucu da kullandı. Yazma arzusu ise onu, yalnızca iki sayı çıkabilen bir dergi çıkarmaya yöneltti. Daha fazla özgürlük için seslerini duyurmaya çalıştıkları yayınlarda, diktatörlük bölücülük yaptıkları gerekçesiyle yazar'ı göz altına alıp tutukladı. Öldürülmekten deli olduğunu, üstelik üç kez akıl hastanesine yatırıldığını söyleyerek kurtulabildi ancak.
Sanırım kitabı okurken yaşanan karmakarışıklık hissi, yazarın, dahiyle, deli arası ancak birbirinden pek farklı olmayan düşünü hızına yetişmekte zorlandığımızdan kaynaklanıyor. Aynı Picasso gibi.
Yazar romandaki anda bir yandan tren yolculuğunda raylar üzerinde geleceğe doğru yol alırken, diğer yandan zaman zaman geçmişe yolculukla müthiş bir ironi yakalamış. Kitap yazarın, zaman, evren, aşk, kader, hayat, affetmek konusunda düşünceleriyle harmanlamış. Belki "Elif" in anlamını yine kafalarımızı karıştıracak şekilde, bütün sayıları içeren sayı olarak anlamlandırması okurun bilincini zaman kavramı hakkındaki genel algısından kurtarıp düşünce çemberini genişletme kaygısı taşıyor diye düşünüyorum. Aynı bazı şarkıların ilk kez dinlendiğinde bile sizi sarıp sarmalamasına rağmen , bazı şarkıların dinledikçe kulağınıza hoş geldiğini ve bir müddet sonra o şarkıyı hep dinlemek istemeniz gibi, bu kitap okuyucuyu okur okumaz sarıp sarmalayan değil de, okuduğu andan itibaren yavaş yavaş algılayıp seveceği, benzerlerinden çok farklı bir roman. Kendinize göre bir sonuç çıkarmak yada çıkarmamak size bağlı. Sırf bu nedenle bile okunur.Tüm bu bilgilerin ışığı altında bu bakış açısıyla baktığınızda, London Times'ın "Coelho’nun kitapları, milyonların hayatına büyü katıyor" yorumuna aynen katılıyorum.
Kendinizi içeride bir yerlerde mutlaka göreceksiniz.