23 Haziran 2011 Perşembe

Köy Kahvesi



Köy Kahvesi
Masonit tuval üzerine yağlıboya,
50x60cm ©Haziran  2011, DS

Sakar Yokuşu'ndan ovaya doğru inince bütün görkemiyle Gökova karşılar sizi. Yolun iki yanını süsleyen yaşlı okaliptüs ağaçları, koyu yeşil yapraklarıyla portakal bahçeleri, mısır tarlaları, zeytinlikler, mavi kapılı evlerin bayaz badanasını gizleyen erguvan renkli begonviller, boyları insan boyunu aşmış üzerinde meyveleriyle kaktüsler size güney egede olduğunuzu hissettirir. Doğa bir başka kokar, yol boyunca, çam ağaçlarının okaliptüs ve kekik kokularıyla karışık kokusunu rüzgar burnunuza getirir. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen kıvrım kıvrım tırmanıp, bulutları yakalayıverecekmişsiniz kadar yaklaştığınız gökyüzünden, lacivert, mavi, turkuaz karışımı deniz kıyısına indiğiniz Marmaris Datça yolu bittiğinde, eski değirmenler sizi karşılar. Bir süre sonra, sanki doğanın içinde saklanmış gibi duran, ana yoldan ayrılıp, yukarı doğru, arnavut taşlı sokakların iki yanında eşsiz rengarenk begonvillerle sarmalanmış tarihi taş evleriyle, kapı önlerindeki saksıları, kabak çiçeği ile dolu bahçeleri, uyuklayan kedileriyle Eski Datça sizi karşılar. İlk sokak, Müzreki sokağıdır, mis gibi kokan çayı, begonvillerin sarıp sarmaladığı Muhtar Orhan 'in köy kahvesi bu sokak başındadır. Mahallenin ortak yaşam alanıdır bu kahve, kuş uçsa haberi oradan alınır. Muhtar Orhan'ın kireçsiz, berrak içmeye doyamayacağınız lezzetteki içme suyundan demlediği çayını yudumlamaya başladınız mı siz de müdavimi olursunuz.Tarihçi Strabon'un, "Tanrı yarattığı kulunun uzun ömürlü olmasını isterse, O'nu Datça Yarımadasına bırakır" dediği söylenir.  Datça benim için mutluluktur. Muhtar Orhan'ın köy kahvesinde bir bardak çay içesim geldi. Bu özlemim resmime yansıdı

19 Haziran 2011 Pazar

Zaman Değirmeni

Bugün babaların günü. Varolma sebebimiz Onlar. Bugünü babasıyla kutlayanlar şanslı. Bugünü çocuğuyla kutlayan da şanslı. Hem babası hem çocuğuyla kutlayanlar en şanslıları. Kalplerinden geçenleri babalarının yüzüne bakıp, boynuna sarılıp söyleyebilecekler. Ya kaybedenler... Bugün onlar için hüzünlü bir gün mü. Ben ce hayır. Bu onların bizim varolma sebebimiz olmalarını, bize öğrettiği değerlerin onunla birlikte yok olduğunu, sendelediğimizde, üzüldüğümüzde, kırılıp döküldüğümüzde, yanımızda olmadığını, göstermez ki. Tabi  Can Dündar'ın dediği gibi,
Meğer “babalılar”ın bu şenliği, “babasızlar”ın yarasına tuz ekermiş. İnsanoğlu, evlatlığını da defnediyor babasıyla birlikte…Önce tutamaksız kalmış gibi sendeliyor.Sonra onsuz yürümeyi öğreniyor. Ve ardından özlemin sonsuzluğu başlıyor.Günün birinde herkesin gönülsüz kaydolacağı, mahzun bir yetimler ocağı…"
Zamanı biz yarattık, bir değirmen gibi öğutüyor insanoğlunu. Önce babamızın küçük kızı, sonra kocamızın sevgili eşi, çocuğumuzun annesi derken torunumuzun ninesi oluyoruz. Değirmenin döndükçe, değirmeninin çarkı durmak bilmiyor; dönüyor, dönüyor. Çark döndükçe, elimizdeki anlar birer birer kayboluyor. bir taraftan bugün düne, dün maziye, yarın  bugüne dönüşüp, yeni bir gün karşılıyor bizi, daha ne olduğunu anlayamadan o da dün oluyor. Geride bizim olan bir tek hatıralar kalıyor. Ben henüz bugünü yaşarken babacığımın boynuna sarılıp, sanki son kezmiş gibi onu ne kadar sevdiğimi söyleyebildiğim sarılıp öpebildiğim için çok .....çok şanslıyım....Bu son mu... bunu değirmen biliyor.
Can Dündar'ın bu sene kaybettiği babasının ardından bir ağıta dönüşmüş yazısını okuyunca gözyaşlarımı tutamadım. Cahit Sıtkı'nın satırlarını babasının mezartaşından evrenin her neresindelerse tüm babalara göndermiş,

Öldük ölümden bir şeyler umarak,
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü...
Nasıl hatırlamazsın o türküyü,
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak....

Bütün babaların Babalar Gününü kutlarım.
 

10 Haziran 2011 Cuma

İrisler


İrisler
Masonit tuval üzerine yağlıboya,
50x60cm ©Haziran 2011, DS

İris , Eski Yunan mitolojisinde, ruhları cehenneme götürmekle görevli Thaumas ile Elektra'nın kızıdır. Tanrıların tanrısı Zeus ve tanrıların kraliçesi Hera’nın habercisi, gökle yeri birbirine bağlayan gökkuşağı'nın tanrıçası güzeller güzeli "İris", güneşli havalarda, hafif incecik yağmur yağınca, renkli ve süslü elbiselerini giyer, tanrılardan fani insanlara müjdeli haberler iletirmiş.
"İris Persica” Latince “cennetin gözü” anlamına geliyor. İris çiçeği taşıdığı renkler ve çizgiler nedeni ile adını bu tanrıçadan almış. Gözümüzün bebeğine de iris denmiş. Bu nedenle Eski Yunan'da da her insanın cennetten bir parça taşıdığına inanılırmış. Bizim kültürümüzde İris çiçekleri dayanıklılığı nedeniyle ölümsüzlüğü, görünüşü sebebiyle güzelliği simgeler. Sonsuzluğa uğurladığımız sevdiklerimize son veda çiçeğidir. O nedenle, bana hep ayrılığı, hüznü çağırıştır. Oysa şimdi anlıyorum ki İris, sevdiklerine veda edenlerin haber alabilme umudunu taşıyor.

"Beste'nin Naneleri" bloğundan Sevgili gönül dostum, ilham perim Beste'ye bahçesinden kopardığı güzel çiçekleri ve resmime konu olan İris çiçeklerini toplayıp, çektiği fotoğrafla beni büyülediği ve o büyüleyici fotoğrafın resmini yapmama izin verdiği için kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum.

6 Haziran 2011 Pazartesi

Elif

Kitap kulübümüzün haziran ayı kitabı Paulo Coelho'nun Elif adlı romanıydı. Kitabı okumamış olup, yorumlarını takip edenlerin eminim kafası karışmıştır. Çünkü aynı yorumlar gibi kitap kulübümüzde bu kitabı okuyan arkadaşların yorumları birbirine 180 derece zıttı. Aynı benim kafamdaki Elif yorumları gibi. Bir kitap nasıl hem çok güzel, hem de çok kötü olabilirdi. Ben de tuttum bu yorumları akıl terazisinin kefelerine yerleştirdim. Ben hangi kefenin ağır geldiğini yazayım, karar vermesi size kalsın.
Bir kere bu paradigmayı yaratıp aynı beyinde, hem beğeniyi, hem nefret ettirme başarısını gösterdiği için yazarı kutlamak gerekir. Uzun yıllardır okuduğum kitaplar içinde bu kadar altını çizdiğim cümle olan kitap olmamıştır. Yine bu cümlelerin çoğunu okurken benim doğrularıma uymayan katılmadığım fikirler olarak düşündüğüm ancak bana yine kendimin dışına çıkıp, "belki de böylesi de doğrudur" diye düşündüğüm çok oldu. “Kitaptakilerin %90 lık kısmını yaşadım” diyen Coelho'nun yüzeyde görünenin değil, alttaki buzdağlarını ortaya çıkarmak adına, okuru, içsel bir sorgulamaya götürme yeteneğine hayran olduğumu itiraf etmeliyim. Zira yazar hem kendi hem de Hilal'in iç içe geçmiş iki yolcu(luğu)nun içsel hesaplaşmalarını ve sonu mutlulukla biten arınmanın öyküsünü anlatarak okura bir yol çiziyor "Kendine ne olduğunu anladığında, bütün dünyada ne olduğunu anlamış olursun"
Kitap hakkında yorum yapabilmek için, beni çok şaşırtan yazarın hayatı hakkında edindiğim bilgileri paylaşmam gerektiğini düşündüm. Paulo Coelho Brezilyalı. Henüz 7 yaşında gittiği dini okulda,dinin zorlayıcı doğasından nefret etti. Ailesi ise mühendis olmasını isiyor, onun kendini edebiyata adamak için duyduğu arzuyu bastırmaya çalışıyorlardı. Bir taraftan okul, diğer taraftan aileden gelen baskılar Paulo'nun içindeki isyancı ruhu uyandırdı ancak babası bu davranışları zihinsel bir hastalığın belirtisi olarak yorumladı ve 17 yaşındaki oğlunu üç kez, elektroşok tedavisi görmek üzere bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesine yatırdı.
Hastaneden çıktığında, Paulo iyice yalnız kalmış, içine kapanmıştı. 60'lı yıllara gelindiğinde hippi hareketi, Brezilya gibi, o dönemde baskıcı, askeri bir rejimle yönetilmekte olan bir ülkede bile salgın gibi yayıldı. Paulo saçlarını uzattı, kimlik kartını asla yanında taşımamaya karar verdi; hippi hareketini her boyutuyla yaşamayı istediğinden, bir dönem uyuşturucu da kullandı. Yazma arzusu ise onu, yalnızca iki sayı çıkabilen bir dergi çıkarmaya yöneltti. Daha fazla özgürlük için seslerini duyurmaya çalıştıkları yayınlarda, diktatörlük bölücülük yaptıkları gerekçesiyle yazar'ı göz altına alıp tutukladı. Öldürülmekten deli olduğunu, üstelik üç kez akıl hastanesine yatırıldığını söyleyerek kurtulabildi ancak.
Sanırım kitabı okurken yaşanan karmakarışıklık hissi, yazarın, dahiyle, deli arası ancak birbirinden pek farklı olmayan düşünü hızına yetişmekte zorlandığımızdan kaynaklanıyor. Aynı Picasso gibi.
Yazar romandaki anda bir yandan tren yolculuğunda raylar üzerinde geleceğe doğru yol alırken, diğer yandan zaman zaman geçmişe yolculukla müthiş bir ironi yakalamış. Kitap yazarın, zaman, evren, aşk, kader, hayat, affetmek konusunda düşünceleriyle harmanlamış. Belki "Elif" in anlamını yine kafalarımızı karıştıracak şekilde, bütün sayıları içeren sayı olarak anlamlandırması okurun bilincini zaman kavramı hakkındaki genel algısından kurtarıp düşünce çemberini genişletme kaygısı taşıyor diye düşünüyorum. Aynı bazı şarkıların ilk kez dinlendiğinde bile sizi sarıp sarmalamasına rağmen , bazı şarkıların dinledikçe kulağınıza hoş geldiğini ve bir müddet sonra o şarkıyı hep dinlemek istemeniz gibi, bu kitap okuyucuyu okur okumaz sarıp sarmalayan değil de, okuduğu andan itibaren yavaş yavaş algılayıp seveceği, benzerlerinden çok farklı bir roman. Kendinize göre bir sonuç çıkarmak yada çıkarmamak size bağlı. Sırf bu nedenle bile okunur.Tüm bu bilgilerin ışığı altında bu bakış açısıyla baktığınızda, London Times'ın "Coelho’nun kitapları, milyonların hayatına büyü katıyor" yorumuna aynen katılıyorum.
Kendinizi içeride bir yerlerde mutlaka göreceksiniz.

4 Haziran 2011 Cumartesi

Kuşkonmaz Penne

Kuşkonmaz benim başta çorbasını, risottosunu ve makarnasını çok sevdiğim bir sebze. Türkiye'de pek tanınmamakla beraber şimdilerde bazı süpermarketlerde tazeleri bulunmaya başladı. O nedenle çok mutluyum. Evde risotto pirinci arborio olduğunda risottosunu yaparım. Bir başka zaman tarifini ve hikayesini de anlatırım. Bazen çorbasını yaparım. Ama bugün evde brokoli çorbası olduğu için çorba yerine makarnasını yapmaya karar verdim. Genelde Fettucine makarna daha uygundur ama ben evde en favori makarnamız olan penneyi bulunca neden olmasın dedim, giriştim Kuşkonmazlı Penne yapmaya.

Önce ayıklama faslı. Biraz el becerisi ve alet ister kuşkonmazları ayıklamak. Altından üçte birlik kısmının, kabak oyacağı ile güzelce kabuklarını sıyırmak gerekir. Dikkatli olmak lazım çünkü kuşkonmazlar çok ince ve taze olduğu için hemen kırılıyor.



Kabak oyacağı ile biraz zorlandığım için, daha uygun bir alet aradım. Salatalık soyacağı çok rahatlattı işimi. Kök kısımlarından birer parmak attım. Verev olarak 3 parmak kalınlığında doğradım.


Taze sarımsaklardan 4 taze diş, 1 taze soğanı jülyen doğrayıp tereyağ ve zeytinyağ karışımına attım. Hazırladığım kuşkonmazları üzerilerine bir iki dakika karıştırıp, dalından bir tutam fesleğen, aynı miktarda maydanoz tuz ve karabiber karıştırıp beş dakika kadar üstünü kapattım. O arada açtığım Fransız şarabımdan bir yudum ilave ettim. Bir küçük paket krema ile karıştırıp 5 dakika kaynamaya bıraktım. Bu arada makarna tenceresinde kaynattığım suya tuz ilave edip, penneleri boca ettim. 8 dak. içinde onlarda hazır oldu.


Her ikisini ayrı bir tencerede karıştırıp demlendirdim. Tabağa alıp, parmesan ekleyince, işte sonuç. Tadı da nefis oldu.Bu kuşkonmazların aroması beni kendimden geçiriyor.


Kuşkonmaz K vitamini, B vitamini (yani folat sağlıklı bir kardiyovasküler sistem için çok önemli) B1, B2, B3 ve B6 ,(Bilirsiniz B6 özellikle depresyona çok iyi gelir) C vitamini (Cilt için harika)ve A vitamini (Göz sağlığı) açısından oldukça zengin. Ayrıca lif, manganez, bakır, fosfor, potasyum ve protein için iyi bir kaynak.Üstelik inulin isimli özel bir karbonhidrat çeşidi içerdiğinden, bağırsakta sağlığa iyi gelen bakterin gelişimini ve aktivitesini arttırıyor. Bunların yanında afrodizyak etkisini de unutmamak lazım. Benden söylemesi:))