29 Kasım 2010 Pazartesi

Üretmek


Beni bir cendereye girmişçesine kafesinin içine alıp insan olmayı unutturan güya iş kadını olduğumu zannettiğim halbuki insan olmayı unutup bir makineye döndüğümün farkına varıp bir kurtulma içgüdüsüyle yaşama döndüğüm günlerin üzerinden çok geçmedi. Ama artık kendim için, çocuklarım ve etrafımdaki sevdiğim insanlar için üreten olduğum, beni mutlu eden gerçek kimliğime ulaştım. Çalışma hayatının kadın için ne demek olduğunu çoğu zaman unutuyoruz. İnsan geçim derdindeyse yine bir nebze anlayabiliyorum ama iş hayatı kendini ispat etme arenasına dönüştü. Böyle düşünmeye hapsolmuş beyinlerin çocukları, eşleri hatta kendileri sefil olurken "ben iyi bir iş kadınıyım" edalarıyla dolaşmaları bana hep traji komik gelmiştir. Belki bu popüler düşüncenin kendi için faydalı olanı görebilmeyi engellemesinden olabilir.
Klasik ev hanımlığında da aynı şekilde eleştirdiğim durumlar var tabii. Hiç bir faydası olduğuna inanmadığım ev gezmelerinde, el yapımı özel hazırladığı ayakkabı torbasına ev ayakkabını koyup, gevezelik ve dedikodu dışında hiçbir anlam içermeyen vakit öldürmelere daha fazla eleştirim var tabii. Hele insanların birbiriyle maddi değerler üzerine fazla ilgili olduğu ortamlar, "onda olan bende de olsun, bende olan kimsede olmasın " turundeki örümcek kafalılara yakışan yaklaşımlar en nefret ettiğim daraldığım ortamlar.
Bunları neden yazıyorum diye sorarsanız, mutlu ve huzurlu bir hayat kurabilmenin ve sevdiklerine faydalı olabilmenin farkındalığını siz ne kadar yaşıyorsunuz? Bu yazıyı yazmaktaki amacım, üretmek demek insanı insan olmaktan çıkarıp, bir makineye dönüştüren, sonuçta ne iyi bir anne, ne iyi bir eş, ne de iyi bir ev hanımı olabilmiş insanların önce iyi bir insan olmasının farkındalığının mutlu olabilmenin ilk koşulu olduğunu anlatmaya çalışmak. İşte o zaman gerçekten üreten olabilmenin farkındalığını yaşamak.
Aslında başka bir amaçla yazmaya başlamıştım ama sözcükler bu noktaya doğru kendileri geldi.Belki birilerine mesaj olur. Asıl anlatmayı istediğim konuyu bir sonraki blog yazısına bırakmak üzere mutlu ve huzurlu, farkına vararak yaşayacağınız mutlu bir hafta diliyorum.

24 Kasım 2010 Çarşamba

MİM

Önce bu blogu okuyan ve MİMin ne olduğunu bilmeyenler için MİM olayını dilim döndüğünce anlatmaya çalışayım. Çok severek takip ettiğim "insan olmak" blogunun yazarı sevgili Asuman Yelen bir yazımın yorum kısmına bana bir MİM gönderdiğini yazmış. İtiraf ediyorum ki "Mim ne ola ki" diye düşündüm. Mim, mimik, mimlemek. Araştırınca bunun dahiyane bir fikir olduğunu gördüm.Meğer mimlemek zevkli bir oyun imiş. Biri sizi mimlediğinde o kişi sizden bir konuda araştırma yaparak sitenize koymanızı istiyor.Üstelik bu mimin konusu kitap:D Çok teşekkür ediyorum Asuman'a bu keyfi bana hissettirdiği için. MİM DİYOR Kİ "Kitaplığınızın karşına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin. Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız ya da hediye gelmişte olabilir anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın. Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu! 55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blokunuza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplaması için gönderin." Yeni evlendiğimizde çok sevdiğim çam ağacından yaptırdığımız benim için değeri çok ayrı olan kitaplığımızın karşısına geçip gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.Ellerim bir kitap seçti.Murathan Mungan'ın Lal Masallar isimli kitabı.Metis Yayınları,Haziran 1993 Önce nereden aldığımı hatırlayamadım.Sayfalarını şöyle bir açınca Sevgili Murathan Mungan'ın benim için yazdığı yazı gözüme çarptı.Çok özel ve bana hitaben yazdığı yazının sonuna 14 Ek'02 diye tarih atıp imzalamış."Anlatsam inanmazlar oğul, masal derler; masala inanmazlar, masalı yalnızca dinlerler, sanki hakikati bilirmiş gibi, sanki hakikatin sırrına ermiş gibi, masala inanmayan gerçeğe inanır mı? Kapak sayfasının arkasında Rotary Kulübünün dörtlü deney testi var. Düşündüklerimiz söyledikleriniz ve yaptıklarınız 1*Gerçeğe uygunmu? 2*İlgililerin tümü için adil mi? 3*İyi niyet ve daha iyi dostluklar sağlayacak mı? 4*İlgililerin tümü için hayırlı mı? Şimdi hatırladım. Bu kitabı ben, bir rotary kulübünün davetiyle gelen Murathan Mungan'ın sohbetini dinlediğim gün alıp imzalatmıştım.Çok sevdiğim bu yazarın bende imzalı bir kitabının olduğunu nasıl unutmuşum?Kitaptaki "selvihan ve muradhan"ın öyküsü yüreğe mim koyacak kadar derin bir öyküdür de, hep arayıp da bulamadığımız, unutur gibi olduğumuz "aşk" ın izahatı bir öykü...Onun kadar diğer öyküler de o kadar etkileyici. Kitabı kokluyorum. Eski kitap kokusu. Ne kadar huzur verici... Gelelim kitabın 55.sayfasına, "Duru bir yaz şafağında gökyüzünde ansızın patlayan bir öfke bulutu belirdi.Dağın dumanı eteklerine indi, bozkır sise kesti.Dağ dahi görünmüyordu.Toprağı bölen, malı bölen, emeği bölen, sevdayı da bölecekti elbet.İnsanları birbirine yasak edecekti.İnsanların birbirine yasak olduğu yerde, her vahşet muteberdi.İşte dağın, köşkün ve de Selvihan'ın kısası budur." Aman MİM kurallarını unutmayın 1- Mimlenenler mimi cevaplamak zorundadırlar, mim bozulamaz. 2- Mimin bozulması teklif dahi edilemez. 3- Mim yalnızca 3 kişiye gönderilebilir. 4- Karşılıklı mimlemeler yasaktır. 5- Mim, her bir blog için sadece bir kez cevaplanabilir. 6- Mim kurallarının ilk 6 maddesi değiştirilemez." Şimdi de ben bu mimi çok sevgili blogger dostlarıma gönderiyorum. Agzı bozuklara karşı gelelim Kara Kitap Begonvilli Ev

Başöğretmenim Atatürk


"Öğretmenler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister! Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir. Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini yoğuran kültür ordusu. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir, verimlidir, saygıdeğerdir. Fakat bu iki ordudan hangisi daha kıymetlidir, hangisi diğerine üstün tutulur? Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz; bu iki ordunun ikisi de hayatîdir. Yalnız siz, kültür ordusu mensupları, sizlere bağlı olduğunuz ordunun kıymet ve kutsiyetini anlatmak için şunu söyliyeyim ki, sizler ölen ve öldüren birinci orduya niçin öldürüp niçin öldüğünü öğreten bir ordunun fertlerisiniz. Bir millet kültür ordusuna malik olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin sürekli neticeler vermesi, ancak kültür ordusunun varlığına bağlıdır. Bu ikinci ordu olmadan, birinci ordunun verimli sonuçları kaybolur.“
Mustafa Kemal Atatürk
Büyük Atatürk, Ulus okulları dediğimiz Millet Mektepleri'nde yazı tahtasının başına geçerek dersler verdigi icin Bakanlar Kurulu 11.11.1928 tarihinde yaptığı toplantıda Atatürk'e Ulus Okullar Başöğretmenliği unvanını verdi.Millet Mektepleri'nin açılışı ve Atatürk'ün Millet Mektepleri Başöğretmenliğini kabul tarihi olan 24 Kasım günü, 1981 yılından beri bu önemli gün ÖĞRETMENLER GÜNÜ olarak kutlanmakta.
Toplumun çağdaş standartlara yükseltilmesinde önemli bir zincir halkası olan başta Baş öğretmenim Atatürk'e ve değerli öğretmenlerimize gönülden şükranlarımı sunuyor ve öğretmenler gününü kutluyorum.

12 Kasım 2010 Cuma

Kurban Bayramının felsefesini hiç düşündünüz mü?

Önümüzde İslam dünyasınca Hz. İbrahim'i konu alan, hepimizin daha çocuk yaşlarda öğrendiğimiz hikayede anlatılan felsefeye dayanan Kurban Bayramı var. Bu alegorik hikayeyi hatırlayacak olursak, çocuk sahibi olamayan Hz. İbrahim, senelerce Tanrı’dan kendisine bir çocuk vermesini diler. Yıllar sonra isteği kabul olur ve oğlu İsmail dünyaya gelir. Gün geçtikçe oğluna olan bağlılığı da güçlenmeye başlar. Bir yandan Tanrı’ya olan aşkı, diğer yandan da Tanrı aşkı için engel oluşturabilecek çok kuvvetli bir maddi bağlılık; yani çocuğuna olan sevgisi vardır. Gün gelir ve Tanrı Hz. İbrahim'den bir seçim yapmasını ister. Hz. İbrahim'in karşılaştığı sınav, Tanrı aşkı için oğlundan vazgeçmesi ve onu feda etmesidir. Hz. İbrahim Tanrı’nın bu isteğini günlerce düşünür. Sonunda Ona olan aşkı galip gelir ve en değerlisi olan oğlunu Onun için feda etmeye karar verir. Kendisi için oğlundan vazgeçebileceğini gören Tanrı, Hz. İbrahim'e oğlu yerine kurban etmesi için bir koç sunar.

Bu hikaye dini bir ritüel olarak İslam dininde yer almış. Hz ibrahim'e ithafen onun bu başarısını simgesel olarak kutlamak üzere her yıl müslümanlar bu ritüeli gerçekleştirmeyi adet edinmişler.Ancak burada ki felsedfenin gerçekten anlaşıldığından emin değilim.Kurban felsefesinin aslı, kişinin Tanrı için en sevdiği, en değer verdiği şeyinden vazgeçmesinde yatar.Kişi bunu vicdanında hissettiğinde ve kabul ettiğinde ise Tanrının mükafatıyla karşılaşır.Yaşadığımız hayatta sahip olma olgusunun tutsağı haline gelen insanoğlu, kendine sunulana bağlanır. Bağlılıklarımızla orantılı olarak ise kaybettikçe acı çekeriz. Kurban Bayramı kutlama mantığının arkasında, maddi hayata dair bağlılıklarımızı azaltarak tutkulardan, yaşadığımız dünyada sahip olduklarımızın bize ait olmadıklarını bu nedenle kaybedebilmeyi kabul etme olgunluğunu kavrayabilmekte yatar.
Yoksa günahsız üç beş tane hayvanı boğazlamakta, etlerini dolaba istif edip, gereksiz kısımlarını eşe dosta dağıtmakta, yada internetten kurban bağışlamakla OLMAZZZZ.
Hepinizin Kurban Bayramını Kutluyorum.

11 Kasım 2010 Perşembe

Çocukluğumun Beyoğlu

Anılar defterinin sayfalarını açtığımda içimi neşeli bir ürperti sarar. Anılarım da çocukluklaşır adeta. Özellikle her mevsim başlangıçları okulların açılmasından önce sonbahar ve yaz tatili başlamadan yaz alışverişleri bir başka nadide yer tutar benim anılarımda. Bu hikaye Banliyö trenleri ile başlar.Şimdilerde bir tren sesi duyduğumda hissettiklerimi sevgili Orhan veli ne güzel anlatır şiirinde:
TREN SESİ
garibim
ne bir güzel var
avutacak gönlümü
bu şehirde,
ne de tanıdık bir çehre;
bir tren sesi
duymaya göreyim
iki gözüm iki çeşme.
İşte o banliyö treniyle alışveriş öykümüz başlardı bizim.Çocukluğumun Beyoğlu'nda alışveriş yapardık biz.Haydarpaşa-Karaköy vapuru ile karaköy'e gidilir, orada Murat pastanesinde arasında salatalık turşusu olan soslu sosisli sandviç yenir, sonra tünelle Beyoğluna çıkardık.İnci pastanesinin rengarek paskalya yumurtaları, o zamanlar adını zor telaffuz ettiğim Zaharriadis, Goya'nın ayakkabıları, Atalar mağazasının içinde kafesteki maymun canlılığını hala korur anılarımda.

Benim gibi pek çok insanın belleklerindeki eski Beyoğlu şimdilerde Beyoğlu Belediyesi'nin geçen yıl başlattığı “Beyoğlu’nun Belleği” adlı projesiyle bizlerin hayattında iz bırakmış bir dönemin Beyoğlu'ndaki şimdi birçoğu başka amaçlarla kullanılan binaları belirleyerek, cephelerine o binaların tarihiyle ilgili bilgilendirici plaketler çakılıyor. Proje, görkemli kültürel yaşamı ile eski Beyoğlu’nu gözünde canlandırmak isteyenler için İstiklal Caddesi’ni açık bir müze haline getiriyor.
İstanbul’un ilk gece kulüplerinden “Serkldoryan”, Mehmet Akif Ersoy’un son nefesini verdiği “Mısır apartmanı” ve Jön Türkler’in buluşma yeri “Hacopulo pasajı” gibi birçok tarihi bina.

Beyoğlu’nda bugün “Elhamra Han”da İstanbul’un en görkemli sineması “Elhamra Sineması”, Attila İlhan Kültür Merkezi’nin olduğu yerde 1896’da halka açık ilk sinema gösterisinin yapıldığı “Sponeck Birahanesi” bulunuyordu.

Ünlü “Çiçek Pasajı”nın yerinde de İstanbul’un ilk tiyatrolarının sergilendiği tarihi “Naum Tiyatrosu” vardı. Adını işletmecisi Mihail Naum’dan alan tiyatro, tanzimat döneminin önemli tiyatro olaylarına sahne oldu.

1844’te “Theatre de Pera” adıyla açılan tiyatroda sahnelenen ilk yapıt “Lucrezia Borgia” adlı bir opera oldu.

Ahşap yapı, çıkan bir yangın sonucu yanınca tekrar inşa edilerek 1849’da “Theatre Italien Naum” adıyla yeniden açıldı. 1870’te büyük Beyoğlu yangınıyla tamamen yanan tiyatronun yerine o zaman “Hristaki Pasajı” olarak bilinen bugünkü “Çiçek Pasajı” yapıldı.
Cumhuriyet döneminde ise “Çiçek Pasajı”nın girişinde açılan “Degüstasyon Lokantası”, dönemin yazar ve sanatçılarının uğrak yeriydi.

Yahya Kemal, Ahmet Haşim, İbrahim Çallı, Abidin Dino, Burhan Toprak ve Elif Naci gibi sanatçılara bu mekanda çok sık rastlanırdı. Mekan Orhan Veli’nin “Canan ki Degüstasyon’a gelmez, balık pazarına hiç gelmez” dizelerine de konu olmuştu.

Bugün “Darty Mağazası” ve “Robert’s Cafe”nin bulunduğu binada sanatçıların ve yazarların uğrak yerlerinden tarihi “Lebon” ve “Markiz Pastanesi” bulunuyordu.
19. yüzyılın ikinci yarısında açılan ve Fransız “Café” türünün ilk örneği olan “Lebon Pastanesi”, Namık Kemal ve Ziya Paşa’dan başlayarak Servet-i Fünuncular, Fecr-i Aticiler ve daha sonra çağdaş edebiyatçıları ağırlayan başlıca yerdi.
1890’larda “Lebon” karşı köşeye geçti, onun yerinde “Markiz Pastanesi” açıldı. O dönem “Markiz”, Abdülhak Şinasi Hisar, Edip Hakkı Köseoğlu, Celal Sılay ve Ragıp Sarıca gibi yazarların 5 çayına gittikleri, iş konuşmalarını gerçekleştirdikleri bir kulüp gibiydi.

Bugün hala yerinde olan “Rejans Lokantası” da Beyoğlu’nun tarihi mekanları arasında bulunuyor.Bolşevik devriminden kaçıp İstanbul’a gelen general, kont, dük ve baronların birahane, bar ve lokanta açtıkları dönemde açılan “Rejans”, Rus ve Avrupa mutfaklarına ait zengin bir menüye sahipti.
Buraya yalnızca yazarlar değil, dönemin önde gelen siyasetçileri, bürokrat ve gazetecileri de giderlerdi.


Beyoğlu’nun en gözde tarihi mekanlarının başında hiç kuşkusuz “Mısır apartmanı” geliyor.Abbas Halim Paşa’nın isteği üzerine mimar Hovsep Aznavuryan’a kışlık konak olarak yaptırılan binada, ihtişamlı balolar verilir, önemli toplantılar yapılırdı.
Paşanın varisleri tarafından apartmana dönüştürülen binaya, daha sonra Hollywood yıldızı Virginia ile evli olan Hayri İpar ve ailesi yerleşti.
Ünlü şair Mithat Cemal Kuntay da burada hayata veda etti. “Mısır Apartmanı” ayrıca Fuat Şemsi İnan’a, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün dişçisi Musevi asıllı Sami Günzberg’e de ev sahipliği yaptı. Atatürk’ün de dişçisinin muayenehanesinin burada bulunması dolayısıyla apartmana geldiği biliniyor.

Günümüzde film festivallerinin bir numaralı ev sahibi Beyoğlu, bu özelliğini de geçmişten alıyor. Birçok sinema salonunun bulunduğu İstiklal Caddesi’nde bugün L.C Waikiki Mağazası’nın olduğu binada “Şark Sineması”, Akbank İstiklal Şubesi’nin yerinde “Şık Sineması” ve “Cinema Palace”, ING Bank binasında “Rus-Amerikan Sineması”, Centro Mağazası binasının yerinde “Yıldız Sineması”, şu anda kapalı olan Megavizyon Mağazası’nın yerinde ise “Lale Sineması” vardı.

İstanbul’un en eski gece kulüplerinden “Serkldoryan” diye bilinen “Cercle d’Orient”ın bulunduğu bina da proje kapsamında plaket çakılacak önemli tarihi binalar arasında bulunuyor.

Beyoğlu Belediyesi tarafından “Beyoğlu’nun Belleği’ ’projesi kapsamında bilgilendirme plaketi çakılacak diğer tarihi binalar ise “Anadolu Hanı ve Pasajı”, “Tokatlıyan Oteli”, “Turkuvaz Lokantası”, “Bonmarşe”, “Karlamann Pasajı” ve “Şark Pasajı” diye bilinen Odakule, Apoyevmatini gazetesi ve İstanbul gazetesine ev sahipliği yapan “Suriye Pasajı” Tünel'de Türk edebiyatının önemli kalemlerinden yazar Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1944-1951 arasında bir süre kaldığı “Narmanlı Yurdu” ve Tünel’de 19. yüzyılda İstanbul’a göç eden Sultan Abdülhamid’in özel terzisi Hollandalı Jean Botter tarafından, o dönemin gözde mimarı Raimondo D’Aronco’ya yaptırılan 1890’ların Art Nouveau akımının bir örneği olan “Botter Apartmanı”,
1871’de yapılan Namık Kemal’in İbret gazetesinin de bu basıldığı 13 numaralı dükkanında Ahmet Mithat Efendi matbaasının, 38 numarada Ara Güler’in babası Dacat Güler’in eczanesiin ve Çuhacıyan’ın opera tiyatrosunun bulunduğu ve bir dönem Jön Türkler’in buluşma yeri olan “Hacopulo Pasajı” yer alıyor.

Beyoğlu tarihinin bellekler de yer eden hatıraları bu proje ile merak eden yeni kuşaklara da aktarılacak.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Biz ne yapıyoruz?


Biz ne yapıyoruz?Kilosu 8,5 liradan ne tadı ne kokusu olan görüntüsü domatese tadı plastiğe benzeyen GDOlu domatesleri alıp yiyoruz.İyi halt ediyoruz.Ne tadımız ne tuzumuz kaldıÇünkü şekerler artık şeker pancarından üretilmiyor.Tuz gölümüz bataklık haline geldi.Meyveler insan eliyle yapılmış güneş benzeri aletletlerle kırmızıya çevriliyor.Biraz daha fazla ürün almak adına lezzetlerinden, besin değerlerinden vazgeçtiğimiz sebze ve meyveler bizi farkına varmadan hasta ediyor.Etrafımızda bir gün geçmiyor ki kanser hikayesi duymayalım. Alamadığımız vitaminleri, küçücük kimyasal drajelere yerleştirerek toptan aldığımızı zannediyoruz.Kışın plastik karpuz yazın plastik karnabahar yiyoruz.Hadi temiz toprağı bulduk, temiz fidanı bulacağımız ne malum.İçinden çekirdek bile çıkmayan dana kadar sivribiberleri yetiştirip doğal zannediyoruz.Farkındamıyız biz? Ne yapıyoruz?!!!!!!!!

2 Kasım 2010 Salı

Mutluluk nedir?


Hayatta para verilerek satın alınamayacak ne çok şey var hiç düşündünüz mü?
Şu tablo üzerine bir düşünün

PARA ile
SATINALINABİLİR SATINALINAMAZ

yatak------------!------------uyku
saat-------------!------------zaman
mevki------------!------------saygı
ilaç-------------!------------sağlık
kan--------------!------------yaşam
sex--------------!------------aşk
kitap------------!------------bilgi

Bu yazıyı niye yazıyorum diye sorarsanız.Blog arkadaşlarımdan Sevgili
"KARA KİTAP" bana güzel bir süpriz yaptı. Kargoyla gelen bu güzel süpriz beni o kadar mutlu etti ki, kelimelerle anlatamam. Ben bu listeye bir yenisini ekliyorum
para----------!---------mutluluk
Para ile alamayacağınız mutluluk bu olsa gerek.

Süprize mi sevineyim, hediye aldığım kitaba mı, sanal bir arkadaşlığın yarattığı gerçeğe mi yoksa beni mutlu eden mutluluğa mı?
Şimdi söyleyin bakalım?
Sayılamayacak kadar çok para versem ben bu mutluluğu nasıl satın alabilirim?
Sevgili Nuran, küçuk bir fil ayıraçla, bir de yazı eklemiş bu güzel kitaba.
"Bu kitapla bundan sonraki hayatında tüm beklediklerinin sana gelmesini sağlayacak kapının anahtarı da umarım senin olur"

Mutluluk sadece almak değildir.Aynı zamanda gönülden vermesini bilmektir.Benim hayattaki felsefem ise Derviş dedemin babasından bana miras kalan, O'nun "Asıl zenginlik ve mutluluk almakta değil vermektedir" sözüyle ifade edilebilir.
O halde ben diyorum ki, asıl zenginlik sevgili Nuran'ın. Çok teşekkür ederim.Beni çok mutlu ettin sevgili blog arkadaşım.
Peki siz bugün birini mutlu ettiniz mi?
Sevgimle kalın
Defne