19 Mart 2010 Cuma

Varoluş Öyküsü

Öykümüz bu günden bir değil, iki değil, tam 4.5 milyar yıl önce gök boşluğunda birden beliren bir bulut ile başlıyor.Bu bulut öyle bir mucize ki, güneşin kızgın alevini soğutan varoluşun kaynağı. Suyun sağanak halinde toprağa düşmesi milyonlarca yıl sürmüş. Oluşan denizler okyanuslar, topraktaki tuzu emmiş ve ilk canlının var olabilmesi için gerekli ortam milyonlarca yıl sonra ilk çekirdeği oluşturmuş. Bu çekirdek bir hücre Oparin'e göre. O deniz suyundan emilmiş hidrokarbonların, tuzlu suyun etkisiyle inorganik karbon bileşimlerinden meydana geldiğini saptamış. Hidrokarbonlar birbirleriyle birleştikçe daha gelişmiş bileşikler meydana gelmiş.Bu bileşiklerin içindeki protein, karbon, hidrojen,oksijen, azot ve kimi durumlarda da fosfor ve kükürtlü elementlerden amino asitler oluşmuş. İşte ilk canlı hücrenin macerası böyle başlamış. Her birimiz birer kimyasalız aslında. Bizler yerkürede can bulan her canlı, bu hücrelerle dokunmuş birer mucizedir.
Yaşam, özdek(madde)ten gelip, özdeğe gider. Zaman sürecinde özdek bir diğer özdekle bütünleşir, yansır, mayalaşır doğa doğurganlığını sonsuz bir verimlilikle yer yüzüne sunar.İnsan da, doğanın bir ürünüdür ve yaşam bilimsel evrimin sonucudur. Doğanın mucizesi insanı, diğer canlılardan ayıran özelliği, gelişimini kendinin yaratacağı aklın varlığıdır. Bu sayede insanoğlu varlığını sürdürebilmek için doğanın yokedeci gücüne karşı mücadele edecek yöntemler geliştirmeye başlamıştır.Tek başına mücadelede zorlanınca diğer insanlarla bir araya gelerek toplumları oluşturmuş, ancak toplumlar geliştikçe, insan da giderek kendi doğasından kopmuştur.
Çelişki doğanın bir ürünü, bir parçası olan insanın, özgürleşeceğini düşünerek ondan kopmasıyla başlar. Sonuçta ortaya çıkan kavram "Yabancılaşma" olsa gerek.
Son zamanlarda dünyanın giderek hızlanan değişimi içinde, gittikçe daha yabancılaştığımızı düşündüğümüz, anlık yada süreli mutsuzluklar, düş kırıklıkları, kızgınlıklar, yalnızlıklar, başkaldırılar, isyanlar, kaçışlar, karamsarlıklar yaşıyoruz. Giderek artan sayıda insan kişisel değerlerini yaratma konusunda yalnız bırakılmış durumda. Bunun bedeli de gelecekte çok ağır ödenecek. Birbirini anlamayan, birbirine ulaşamayan, yabancılaşmış insan toplulukları.
Bu gidişatta biryerlere fena halde çarpmadan dik durabilmenin, mutlu ve huzurlu kalabilmenin yolunu bulmaya uzun zamandır kafa yormaktayım. Bu günün sorunu "Olmak ya da Olmamak" değil artık. Bence önemli olan çığrından çıkmış gibi görünen kargaşa içinde "nasıl" olduğumuzun farkına varabilmek ve bütün olumsuzluklara rağmen "kendimizi var edebilmek" yolunda çaba harcamak. Hayat biraz ağlama biraz kahkaha, sonra biraz haz biraz aşk biraz hayal kırıklığı, biraz sarılma derken yalnızlık, boyun eğme, sonra isyan, sonra sükunet ve allahaısmarladık. Hayatın ne kadar yalın ama ne kadar derin anlamlar içerdiğini anlatmaya çalıştım.
Suzuki "Alışageldiğimiz düşünceleri altüst eden karşıtlıkların temelinde, içsel yaşantılarımızı normal konuşma diliyle anlatma zorluğu yatar. Çünkü içsel yaşantılarımız, konuşma dilinin sınırlarını fazlasıyla aşar"diyor.
Yazdıklarımızın da içsel dünyamız kadar zengin olmasını diliyorum. Sevgimle kalın.DS