3 Şubat 2024 Cumartesi

Elimize alacağımız bir avuç kar yüreğimizde bir dünya sevgiye yer açar.

Benim çocukluğumda hatta gençlik yıllarımda hatta 10 sene öncesine kadar kış aylarında kar yağması en doğal durumdu. Kar tanelerinin doğanın canlılara sunduğu bir mucize olduğunu düşünmüşümdür her zaman.

Bir zamanlar bizim coğrafyamızda karın yağması yılın sadece kış ayında bir ve/veya birkaç kez yaşayabildiğimiz doğa ananın bir ritüeliydi. Yağmaya başlayınca çocuksu bir sevinç duyardım. Kristal taneciklerinin, gün ışığıyla dansının  ortaya çıkardığı o eşsiz güzellik bembeyaz örtüsüyle tüm pisliklerin, sahteliklerin, kötülüklerin üstünü örtermiş gibi gelirdi bana. İçinde inanılmaz mucizeler barındıran kar tanelerinin her biri birbirinden farklı kristaller olarak gökyüzünden yeryüzüne inip, çocuksu saflığın temizliğini sunardı yüreklerimize. Yeni yağmış kar, ses dalgalarını absorbe ettiği için ortamın daha sessiz olmasına,  neden olduğu huzur, sakinlik, güven, teslimiyet hisleriyle doldururdu içimizi. 

Çocukluğumda karın yağmasını, sıcacık kaloriferin üzerine oturup, annemin getirdiği sıcak kakaolu sütü içerek seyreder, karın durmasıyla sımsıkı giyinip, buzdolabında kalan son havucu ve iki zeytini kapıp kardan adam yapmaya,  kartopu oynamaya çıkardık. Yorulmuş ve sırıksıklam olarak sıcacık evimize girdiğimizde, mutluluğu tarifi et deseler galiba o günleri anlatırdım. 

Sonraki nesil için şehirleşmenin etkisiyle karın yağışı ertesi gün okulun tatil olması anlamına gelmeye başladı. Mutluluğun tarifi değişti. Yine de bir kar yağışı vardı ve bu bile insanı mutlu etmeye yetiyordu. Mim ile  gece yağan kar seyretme ritüelimiz vardı. Salonun tüm perdelerini açar, ışıkları söndürüp  mum ışığında dışarıda sakince yağan karı seyrederken hatırlıyorum bizi. Huzuru tarif et deseler sanırım o anları anlatırdım.

Oysa bugün karı beklemek yerine kara gitmeye mecbur kalır olduk. 

Yaşamın gerçekleri doğa kitabında yazılıdır. Okumasını öğrenmeye çalışmak, varoluş gerçeğimize açılan birer kapıdır. Eşsiz bir doğa olayı olan her bir kar tanesi, fraktal yapıdadır. Bu yapı farklı ölçeklerde tekrarlanan ve çok ilginç bir görsel efekt oluşturan geometrik şekillerdir.  Prizmalar, altıgen plakalar, yıldızlar olarak bir araya gelen buz kristalleri, hepsinin altı tarafı olmasına rağmen, her kar tanesini benzersiz kılar. Sıcaklık ne kadar düşükse, kar tanesi o kadar basit ve boyutu o kadar küçük olur. Kar kristalleri doğanın matematiğinin somutlanmış göstergeleridir.

Hem sonra kar sağlık demektir. Soğukluğunun altında bizi hasta eden mikropları öldürür. Kar düşmeden kış sebzeleri lahana, kereviz, pırasa, brokkoli, pancar lezzetlenmez. Kar düşerse gelecek bahara bereket verir, bitkiler, ağaçlar, sebze ve meyveler bol mahsul verir derdi Şaman atalarımız. Ayrıca biriken kar kristalleri arasında oluşan hava transferi az olduğundan kış uykusuna yatan canlılar ve Eskimolar gibi pek çok canlı karın bu yalıtım özelliğinden yararlanır. 


Bu güne gelecek olursak İstanbul'da artık kar yağamıyor. Hava yeterince soğusa bile şehrin kalabalık yapısı binaların, araçların çıkardığı sıcak hava, daha kar tanecikleri yere düşmeden onları eritiyor. Silivri’ye kadar gelip, İstanbul merkezinin kapısına dayanan yağış, kent merkezinde gelindiğinde yağmura dönüşüyor. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Meteoroloji Laboratuvarına göre bu duruma iklim değişikliğinin de etkisi var. Kar yağışı için deniz suyu sıcaklıklarının 8 derecelere kadar inmesi gerekiyormuş. Çünkü biriken enerjinin yani iklim değişikliğinden kaynaklı biriken enerjinin büyük bir kısmını da denizler absorbe ediyormuş. Bu yüzden de deniz suyu sıcaklıkları kar yağışı için gereken derecelere inemiyor. 

Meteoroloji bile bu etkenler sebebiyle tahminlerindc gerçeği yakalayamıyor. Her gün haber başlıklarında ''İstanbul'a Kar Ne Zaman Yağacak?'' cümlesine bakıp umut beslemekten çoktan vazgeçtim. 

Doğan Cücenoğlu Mış Gibi Yaşamlar kitabında ''Biz insanlar doğayla uyum içinde yaşamayı seçip seçmemekte özgür değiliz, buna mecburuz. İnsanlığın geleceği buna bağlı. Süreç çok yavaş olduğu için fark edemiyoruz, ama doğayı yok ediyoruz, yağmalıyoruz. Doğanın tolerans sınırını geçince yine çok yavaş olarak doğa da bizi yok etmeye başlayacaktır. Hem bireysel düzeyde hem de toplumsal düzeyde'' 

Bu gerçek bir saptama. Bence bunun daha da ötesinde doğanın tolerans sınırı çoktan doldu. Sadece bedenlerimiz değil ruhlarımız da köreliyor. Doğanın cömertce sunduklarının değerini bilemeyip, onlardan mahrum kanldıkça biz de bedenen ve ruhen yok oluyoruz.Yere düşen her kar tanesinde yaşam ne kadar temiz ve safsa, yokluğunda o kadar siyah. Lapa lapa yağan kar, yaşamsal bir hediyedir. Dilerim  insanoğlu bu değerli hediyenin öneminin bilincine çok geç olmadan varır...

Çünkü elimize alacağımız bir avuç kar yüreğimizde bir dünya sevgiye yer açar.








8 Ocak 2024 Pazartesi

Bir Kedinin Düşündürdükleri


Ginger
Tuval üzerine Akrilik 50X70 ©Aralık2023  



Albert Schweitzer, "Hayatın sıkıntılarından uzaklaşmak için iki sığınak vardır: Müzik ve kediler." der.   Ne kadar doğru... Son 15 yıldır hayatımın en sadık dostları, en zor zamanlarımda can yoldaşlarım kediler ve unutulmaya yüz tutmuş anılarımın en vefalı dostları  müzikler...   


Gece yarısı
Kaldırımda hiç ses yok
Ay hiçbir şey hatırlamıy­or mu?
Gülümsüyor kendi kendine
Sokak lambası ışığında
Kurumuş yapraklar ayaklarımı­n altında birikiyor
Ve rüzgar inlemeye başlıyor.
Hatıra, ay ışığında yalnız başına

Eski günlerde gülümseyebiliyordum
Hayat güzeldi o zamanlar
Mutluluğun ne olduğunu bildiğim zamanları hatırlıyor­um
Bırak tekrar yaşasın anılar.

Her bir sokak lambası
Kadere baş eğmiş gibi.
Birisi mırıldanıy­or ve lambanın ışığı dağılıyor
Sabah olmak üzere

Gün ışığı, güneşin doğmasını beklemeliyim,
Yeni bir hayat düşünmeliyim
Ve pes etmemeliyim.
Şafak vakti geldiğinde, bu gece de hatıralara karışacak,
Ve yeni bir gün başlayacak

Dumanlı günlerin yakıcı sonları,
Sabahın bayat soğuk kokusu,
Lambanın ışığı sönüyor, 
Bir başka gece bitiyor, bir başka gün doğuyor.

Dokun bana
Aydınlık günlerimin anılarıyla 
Öyle kolay ki beni bırakmak
Eğer bana dokunursan,
Mutluluğun ne olduğunu anlayabili­rsin

Bak işte, yeni bir gün başlıyor...







19 Aralık 2023 Salı

Moda Sanattır


      


      



“Benim için gelecek, geçmişle şimdinin kesiştiği bir köprüdür. Gelenekselin yüzlerce yıllık  dokunuşlarının ilmek ilmek bugüne yansıdığı bir ilham köprüsü. Halkın Sanatı hayatımın en büyük keyif ve keşif yolculuğuydu.” Dilek Hanif

Asya’nın değişik yerlerinden zaman zaman kopup gelen Türk kolları, Anadolu topraklardaki insanlar ile zengin bir kültürün oluşmasını sağlamıştır. Anadolu’nun zengin motifleri O'nu gören ve öğrenen ellerde yüzyılın çağdaş formlarına kavuşur, evrenselleşir.  İşte Dilek Hanif'in Türkiye'nin yüzlerce yıl öncesine dayanan unutulmaya yüz tutmuş dokuma sanatını ustalarından öğrenerek hikayeleri ve teknikleriyle modernize ettiği tasarımlarını gördüğümde,  modanın da bir sanat olduğu fikrine vardım.

Her biri  birbirinden güzel giysi tasarımlarının yanında, Anadolu'nun eşsiz mirası, zengin el sanatlarını bugünün bilgisiyle harmanladığı dokumalar izleyenleri büyülüyor. Sergide Hanif'in,  Anadolu'nun  çeşitli bölgelerinden derlediği BartınTel Kırması, Sivrihisar Sarkası, Kırklareli  Poyralısı, Bursa İpek Dokuması, Gaziantep Kutnusu, Beypazarı Bürgüsü, Ödemiş Keçesi, Midyat Telkârisi, Tokat Taş Baskısı, Nallıhan İğne Oyası, Rize Feretikosu, Trabzon Kazaziyesi, Ankara iğneoyası, Rize beziferetiko, Bayburt ehramı, İzmir beledisi, Denizli Buldanı, Hatay ipeği gibi 151 çeşit dokuma türünü çağdaş tasarımlara dönüştürerek oluşturduğu 32 kıyafet sergileniyor. 

Tokat’ın tahta baskısı, Erzurum’un kaybolmaya yüz tutmuş ehramı, Antepli ustaların ellerinde gelecek kuşaklara taşınan kutnusu, Bartınlı kadınların göz nuru tel kırması, Kastamonu’nun tırnak bağı, dünyanın ilk tekstil ürünü keçe yanında Hatay ve Bursa ipeklisini hikayeleriyle keşfetmek güzel bir deneyimdi. 


POYRALI DOKUMASI Kırklareli
    Dokumaya başlamadan önce çözgü ipleri hazırlanır. Çözgü, atkı ve desen ipleri,  koyunların yünlerinden elde edilir. Çözgü ipliklerinin gücülerden ve taraktan geçirilmesi belli bir düzen içinde yapılmaktadır.
Poyralı Köyü dokumalarında eriş (yün) denilen çözgü ipi siyahtır. Atkı ve desen iplerinde beyaz, kırmızı, sarı, yeşil, mavi, krem, mor, siyah ve ana renklerin açık ve koyu tonları kullanılmaktadır. Çözgüde siyah rengin tercih edilmesi, üzerine pek çok rengin uyumlu olarak kullanılabilecek olmasıdır.


İĞNE OYASI Nallıhan Ankara                      Nallıhan İğne Oyası'nın en önemli özelliği ipin bükülmesi tekniğinin kullanılması ve kökün hiçbir zaman tülbent ya da kumaş üzerine yapılmamasıdır. 
İğne Oyasında kullanılan “ip bükme” olarak adlandırılan yöntem, iğne oyası ister örtme üzerine ayrı bir kök şeklinde monte edilecek olsun istenirse ayrı motiflerle aksesuar olarak kullanılsın sadece Nallıhan İğne Oyalarında kullanılan bir yöntemdir. Bu teknik İğne Oyası'na sert bir duruş vermektedir ve bu teknikle yapıldığı için Nallıhan İğne Oyaları yıkamaya oldukça dayanıklıdır. Nallıhan İğne Oyalarında herhangi bir sertleştirici kimyasal madde kullanılmaz 

BELEDİ DOKUMASI Tire İzmir                   
Yaklaşık 500 yıllık bir geçmişe sahip ve Anadolu’ya özgü bir dokuma türüdür. Beledi dokumasını diğer dokumalardan ayıran en önemli özelliği çift taraflı dokunmasıdır. Bundan dolayı çok sağlam kumaşlardır. Dokumanın alt tarafı beyaz olup diğer tarafı beyaz, sarı, kırmızı, mavi, lacivert renklerdedir. Bu çift taraflı kumaş dokumanın desenleri ile birleşmektedir.Beledi dokumaları geçmişte 16. yüzyılda ortaya çıkan çok karmaşık bir tezgah olan; bununla birlikte başka tezgahlarda elde edilmeyen özgün bir çok nakışı olması nedeniyle talebi çok olan bir dokuma türü olmuştur. 







SİM SARMA Kahramanmaraş         
        Selçuklularından günümüze ulaşan geçmişte Osmanlı saraylarını süsleyen bu ürünler “Maraş işi” diye adlandırılır. Sırmacılık önceleri saraçlar tarafından yapılmıştır. Bunlar keçe üzerine işlenen ve işçiliği kaba olan ürünlerdir. Fatih Sultan Mehmet’e eş olarak Maraş’tan giden Sitti Hatun’un 40 katır yükü sırma işi çeyizi bu sanatın Trakya bölgesinde ve bilahare İstanbul’da yayılmasını ve gelişmesini sağlar. Zamanla sırma işlemeciliği saraçlıktan ayrılarak özel bir sanat dalı haline gelir. Altın ve gümüşün haddeden geçirilerek iplik gibi incecik hale getirilmiş şekline SİM denmektedir. Sim’in üretim merkezi İstanbul’dur. Sim çekilen yere SİMKEŞHANE denir.16.ve17.yüzyılda çok fazla sim üretilmiş ve kullanılmıştır. 18. yy da ise sim, ipek ipliklerle karıştırılarak yeni bir ip üretilmiş ve adına KLAPTON denilmiştir. 























TELKARİ Mardin 
    Geçmişi  M.Ö. 3000 yılına kadar dayanan Telkari Sanatı Süryani ustaların elinden çıkan altın ve gümüş tellerle motiflenir. Telkari ince gümüş iplerin birleştirilmesinden ibaret olan bir gümüş işleme sanatıdır. Telkari, bir altın veya gümüş tel yada levhadan özel bir alet ile elde edilmiş tane veya kürelerden oluşur. 
Telkari yapılacak gümüş, ilk önce eritilerek  rizeğin içine çubuk olarak dökülür. Dökülen çubuk, tel makinasında 30 mikrona kadar inceltilir ve iki çiviyle hazırlanan kalıpta bükülür. Kaynakla orta bölgesi kaynatılan telin iç kısmındaki boşluklara telkari teli ile şekil verilir. Monte edilen parçalar kaynakla sabitlenir ve suyla karıştırılmış sülfirik asit ile sabitleme yapılır. Son olarak fırçalama işlemi ile telkari tamamlanır.
Telkari işi iki ana bölümden oluşur.Telkarinin iskeleti olan kısıma kılavuz denir. İskeletin içinde yer alan motif ise gül, vav, kake, düdey, güverse ve tırtıl gibi isimlerle anılır. 



TELKIRMA Bartın  

    Tarihi 17. yüzyıla dayanan Telkırma, günümüze kadar gelebilmiş değerli sanatlarımızdandır. O dönemin kadınları, uçmasını engellemek amacıyla başörtülerinin kenarlarına ellerindeki tellerle motif işleyerek, kumaşa ağırlık kazandırmışlardır. Bu işlem esnasında, tel herhangi bir kesici alete gerek kalmadan, kendiliğinden kırıldığı için "tel kırma” adını almıştır.Bu sanatta, 1,5 mm. genişliğinde altın, gümüş ve bakır madenlerinden yapılmış yassı teller ve yine kendine özel bir iğne kullanılmaktadır. Görünüşü ve genişliği gelin teline benzer. Tırnaklar arasında hafif aşağı, hafif yukarı bükme yolu ile kırılır.


KARACAKILAVUZ DİMİ DOKUMASI Tekirdağ 
    Meşe ve gürgen ağaçlarından yapılan, düzen adı verilen, dört pedallı tezgahlarda dokunan bu dokumaların en önemli özelliği mekikli dokuma tekniklerinden biri olan dimi ve kirkitli dokuma tekniklerinden cicim tekniğinin bir arada kullanılmasıyla yapılmasıdır. Dimi dokumalarının malzemesi, kolay elde edilebilir olmasından dolayı yün ve pamuk ipler tercih edilmektedir. Genellikle canlı görünüme sahip olan dokumalarda kullanılan iplerin doğal ve anilin boyalarla renklendirildiği görülmektedir. Yöre dokumalarının kompozisyonlarını oluşturmak için kullanılan motiflerin, Anadolu'nun farklı yörelerinde meydana getirilen dokumalarda görülen motiflerle büyük benzerlik taşıdığı, yalnızca motiflerin isimlendirilmesinde farklılıklar taşıdığı gözlenmektedir.


KANDIRA BEZİ Kocaeli

    Anadolu'da 2 bin yıllık geçmişe sahip köy evlerindeki tezgahlarda dokunarak üretilmekteydi. Karadeniz kıyılarının nemli iklimlerinde yetiştirilen keten bitkisinden üretilen bu bezlerden yapılmış olan giysiler çağlar boyunca bölgede bulunan diğer yerleşim yerlerinde kullanılan bir giyim malzemesi olmuştur. İç giyim eşyası olarak kullanılmış olan bu keten bezi vücudun nemde etkilenmesini önleme özelliğinden dolayı, bu bölgenin nemli havasına uygun bir giysi olduğu bilinmektedir.









KAZAZİYE Trabzon 
    
    5000 yıllık bir geçmişi olan Kazaziye sanatı, M.Ö 2800 yılının ikinci yarısına kadar Anadolu’da hüküm süren Lidyalı’ların Anadolu insanına bıraktığı bir kültürel mirastır.  0,08 mikron inceliğinde 24 ayar altın veya 1000 ayar gümüş telin iğne ve tığ yardımıyla örülerek yapılan tamamen el emeğine bağlı yöresel bir sanattır. Kazaziye kelime manası ipek işleyen, ipek satan, Kazazlık eski ham ipekçiliğinde iplik, ibrişim ören, işleyen veya satan kimse olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde ise kazazlık gümüş tel kullanılarak yapılır.    En çok kullanılan kazaziye teknikleri, kısa sürgü, uzun sürgü, top örgüsü, balıksırtı, ajur, şemse düğümü, bıcırık, yonca ve yeminli sürgü teknikleridir.




BÜRÜMCÜK DOKUMASI Muğla 

    Ham ipeğe, pamuk veya keten ipliği karıştırılarak bezayağı dokuma tekniğine göre yapılan bir kumaştır. İnce seyrek dokulu krepon görünüşündedir. Bürümcük kumaşlar, atkısı ve çözgüsü çok iyi büküldüğünden dokuma kıvrımlı ve yumuşak olur.
Bürümcük kumaşlar genellikle beyaz ve krem rengindedir. Beyaz çözgü iplikleri arasına, pamuk ipliği karıştırılmışsa, dokuma kumaş yapısı biraz daha sert olur. Bu tür bürümcüklere hilali denir. Dokuma tamamlandıktan sonra sıcak sabunlu su ile yıkanarak karakteristik yapısı olan buruşukluk özelliğini kazanmakta ve dokuma eni daralmaktadır.







GÖYNEK YAKASI AYANCIK KETENİ Sinop

    Ayancık Göynek Yakası pamuğa pamuk dokuma kumaşlardan veya Ayancık’ta yetiştirilip ip haline getirilen saf keten bitkisinden veya bunun pamuk ile karışımından yapılan Ayancık Keten Bezinden göyneklerin üzerine işlenmektedir. Yapılan işlemeler göynek üzerine kasnak v.b. germe araçları kullanmadan pamuk veya
ipek iplikle yapılmaktadır. İşlemelerin temizliği kül suyu ile yapılmaktadır.Ayancık Göynek Yakası oya yaka, yüzlü yaka ve sökme yaka olarak üç farklı şekilde işlenir.  Yakalarda verev hesap iğnesi, ajur (sökme),kanava, gözeme, sarma, oyulgama dikişi ve iğne oyası teknikleri kullanılmıştır. Sülüğen, gaytan, harem suyu,
dırnak yöre halkının kullandığı iğne teknikleridir





KEÇE Ödemiş Seferihisat İzmir
    Tarihi M.Ö 2. yüzyıla kadar giden n bu yana keçenin buluntuları, koyunun olduğu her coğrafyadaki kazıdan çıkmıştır. Özellikle Orta Asya göçerleri, keçeyi ürününü ana temel ihtiyaç olarak kullanmışlardır. Geçmişte iklim şartlarına ve yaşam tarzına uygunluğu, sağlıklı olması, nemi tutması ve yalıtıma yatkı olması özellikleri nedeniyle "çadır örtüsünden yer örtüsüne, giysilerden günlük yaşamda kullanım ve taşıma aksesuarlarına kadar birçok alanda yaygın olarak kullanılmıştırKeçenin soğuğa dayanıklı ve su geçirmez olması, onu kullanım aracı olarak ilk sırada tutmuştur. 11. Yüzyılda batıya göç eden Türkler tarafından Anadolu’ya getirilmiş en eski tekstil yüzeyli el sanatı ürünü olarak kabul gören keçe sanatı; tiftik keçisi, koyun, tavşan, deve gibi hayvan yünlerinin su, sabun ve ısı teknikleri uygulanarak liflerinin birbirine kaynaşmasıyla elde ediliyor.



TAHTA BASKI VE YAZMACILIK Tokat
    
    700 yıllık yazmacılık sanatı tekstilin ilk kumaş desenleme  yöntemlerinden biridir. Desenler, ağaç kalıplarına adeta bir nakış gibi işlenerek aktarılır, canlı renklerle de taçlandırılır.
Kalıplar genellikle yumuşak, kolay oyulabilir, dayanıklı ve boyayı iyi tutan bir ağaç cinsi olan kuru ıhlamur ağacından oyulmakta, farklı tarz desenler ortaya çıkarılmaktadır.
Figürlerin ahşap kalıplara oyulduktan sonra boyanarak, kumaş üzerine baskı uygulanmasıyla elde edilen tahta baskılar, yıllar boyunca Türk milletinin geleneksel el sanatları arasında önemle yerini almıştır.





''Yazmacılık geleneği Tokat'ta 1300'lerden beri devam ediyor. Tokat Yazma Sanatı'nın en önemli özelliği, elvan baskı denilen çok renkli desenler. Elvan yazmalarındaki siyah yaldız, motiflerin dış çizgilerinde kullanılıyor. Yazmaların üzerindeki desenlerin her birinin bir hikâyesi var. Tokat asma yaprağı, Tokat zambağı, Tokat'ın gülü, Tokat elmalısı, öne çıkan motifler arasında ilk akla gelenler.''



ÇINARCIK İŞİ Çınarcık Yalova

    Çınarcık İşi ham ipek, pamuklu ve keten kumaşlar üzerinde iplik çekilmesi ve doğal ipliklerle kumaşın işlenmesi ile yapılır. Kumaşın el dokuması olmasına dikkat edilir.Atkı ve çözgü iplikleri birbiriyle orantılı ve ölçülü olmalıdır.İpliklerde doğal renk olan ekru tercih edilir. İplik çekimi sırasında yanlış çekim yapmak, telafisi olmayan bir sonuca yol açar kumaş bu durumda değiştirilmelidir.












ALACA DOKUMA Burdur

    Yöresel adıyla dastar olarak bilinen Alaca Dokuma yaklaşık 300 yıllık geçmişe sahiptir. Bir günde  sadece 15 cm dokumak mümkün olabilen Burdur Alaca Dokuması, ince ve yumuşak bir dokuya sahiptir ve desenleri renkli atkılarla yapılmaktadır. Alacalar, farklı renkte çözgü iplikleri kullanılarak, pamuk, ipek, keten gibi malzemeler ile bez ayağı tekniğinde dokunmaktadır.  Genellikle kırmızı ve sarı çizgilidir. Ayrıca koyu kırmızı/bordo, saman rengi, koyu mavi, lacivert, yeşil gibi renklerde de dokunmuştur.  Kumaş, genellikle geometrik desenler kullanılarak üretilir. Dokumanın desenleri, geleneksel motiflerden ve doğadan esinlenerek oluşturulur.






ŞİLE BEZİ Şile

    Şile bezi vücutta ter tutmaması, ütü gerektirmemesi ve sağlıklı, pamuklu bir kumaş olması sebebiyle yaz aylarında kullanım için çok uygundur. Yüzde yüz pamuklu ve lifli bir yapısı olan Şile bezi en sıcak günlerde bile serin kalmanızı sağlar. Kumaşın dokusu, dokuma şekli, dokunma tekniğinde yer alan kıvrımlı yapısı, bu şekilde hazırlanan başka benzer bir kumaş olmaması ve üretim aşamalarının bir hayli zor olması en önemli özelliğidir. Çerçevelerin gözeneklerinden tek tek el yordamıyla 1400 tel iplik geçirildikten sonra  dokuma yapılır. Şile Bezi dokunduktan sonra Şile denizinde yıkanır. Kuma serilerek de kurutulur. Bu da kumaşa özel doku verir ve deniz suyu ipliklerin gözeneklerini seyreltir.




FERETİKO BEZİ Rize

    Kökü 15 yy kadar uzanmakta olan ve kendir ipinden el tezgahında dokunan Rize Bezi(Feretiko) dokuma Bezayağı örgü şekli ile örülür. Doğal kendir ve pamuk ipliklerinden dokunur. Bir metre kare düz Feretikoda yaklaşık 150 grdır. Ketene nispeten ince ve dört kat daha sağlamdır. Uzun süre saklanılabilen bir üründür. Hammaddesi olan kendir lifleri nedeniyle kokusu kurutulmuş ot gibidir. Bu koku bezin hiçbir kimyasal süreçten geçmediğinin kanıtıdır.Tamamen doğaldır.  En büyük özelliği klima görevi yaparak soğuk ortamda vücudu sıcak tutması, sıcak ortamda ise serin tutmasıdır.



TEFEBAŞI Kütahya

    Kütahya düğün giysilerinin en ağırı ve en değerlisidir. Evvelce İran'dan gelen el tezgâhı dokuması ipek gibi yumuşak yün kumaş üzerine altın suyuna batırılmış gümüş sırma ile el ve gergef işi ile işlenirdi. Şimdilerde canfes ve ince yünlü kumaş üzerine ipek sarı, beyaz bükme, kesme yassı teller ile işlenerek pullarla ve tırtıllarla zenginleştirilmiş ağır kumaştır. 



BULDAN BEZİ Denizli

    Çatalhöyük’te yapılan arkeolojik kazılarda bulunan bez parçaları, Buldan Bezi’nin tarihiniM.Ö 6 binli yıllara kadar gittiğini göstermektedir. Sağlıklı dokusu ve dayanıklılığı ile Buldan Bezi, yüzyıllardır Anadolu’da kullanılmaktadır.%100 pamuk olmasından dolayı terletmeyen, alerjik özelliği olmayan sağlıklı bir üründür. Buldan bezi dokunmadan önce pamuk “hamını alma” denilen bir işlemden geçirilir. Sonrasında boyama işlemi yapılır. Buldan bezinin kalitesinde boyama işlemi çok önem taşır. Boyamada, ceviz yaprağı, meyan kökü, mazı, defne, palamut, soğan kabuğu, kestane ve çehriden yapılan doğal boyalar kullanılır.
İplikler boyandıktan sonra kurutulur. Bobinlere sarılır. Son aşamada el veya makina tezgâhlarında dokunur.


TOKALI ÖRTME Göynük Bolu

    Tokalı örtme iki parça, ince
pamuklu bez dokumanın birleşmesinden meydana gelir. Ôrtmelerin baş üstü ve kısa
kenarları yoğun, uzun kenarları seyrek bezemelidir. Yörede kısa kenarları püsküllerle süslü örtmelere tokalı örtme denir. Bu örtmeler çeyiz olarak da çok sayıda hazırlanır ve gelin
tarafindan kayınvalide, görümce, yenge, hala, teyze gibi damat yakınlarına hediye verilir.Ürünün en belirgin ayırt edici özelliği toka adı verilen püsküllerdir. 



BEYPAZARI BÜRGÜSÜ Ankara

    Beypazarı’nın 900 Yılllık Geleneği olan 
bürgü dokumaları, Çulfalık adı verilen tezgahlarda, çözgüsü pamuk ve atkısı, ipek, floş ve pamuk ipliği ile dokunan atkı yüzlü dokumalardır. Bürgü, temelinde bezayağı dokuma olup, bezayağı türevi olarak yapılan ribs tekniği ile desenli örnekleri oluşturulmuştur. Bezayağı, dokumanın en temel tekniği olan bu dokuma türü atkı ipliğinin çözgü ipliğinin bir altından bir üstünden geçerek bağlantı kurması yoluyla oluşturulmaktadır. Bağlantı noktalarının sıklığından dolayı dayanıklıdır. 



HATAY İPEK DOKUMA  Hatay

    Hatay İpeği kullanılarak dokuma kumaşların en önemli özelliği, en ve boy olarak dikilebilir olmasıdır. El tezgâhlarında ipekler dokunurken koza ipek iplikleri elle çekildiği için ince oluyor, kalın oluyor, kırçıllı oluyor, bunlara dikkat edip düzgün bir şekilde dokunması lazım. Kumaşlar tezgâhtan çıktıktan sonra odun külüyle, defne sabunuyla yıkanarak hamlığı alınıyor. Bu aşamada eninden ve boyundan 3-4 santimetre kadar çeken ipek kumaşlar satışa hazır hale getiriliyor. 



EHRAM Bayburt
     Ana maddesi saf yün olan ehram; ince eğrilmiş koyun yününden yapılmış düz yüzeyli bir dokumadır.Bayburt Ehramı Bayburt’ta bilinen en köklü el sanatlarından biridir. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Bayburt Kanunnamelerindeki vergilerden, Bayburt’ta dokuma tezgâhlarının bulunduğundan ve muhtelif dokumaların üretildiğinden bahsedir. Bayburt Ehramı koyun yününden hazırlanan yün iplerin tezgâhta dokunması ile elde edilen iki parçalı, dikdörtgen şeklinde düz veya yöresel motifler ile süslenen kadın kıyafetidir. Bayburt Ehramının üretim sürecinde hiçbir kimyevi işleme tabi tutulmaması ve tezgâhlarda elle dokunması değerini daha da arttırır. En büyük özelliği dikişsiz işlenmesi ve yöresel motiflere sahip olmasıdır. Bayburt Ehramı iki kanat olarak birleştirildikten sonra enine veya boyuna şekilde, vücut ve başa sarılarak kullanılır. 



KUTNU Gaziantep

    Kökeni Selçuklulara dayanan ve Osmanlı
İmparatorluğu döneminde de üretimi yapılan
kutnu kumaşı, 16’ncı yüzyıldan bu yana Gaziantep
ve civarında dokunmaktadır. Genellikle çözgü sateni veya bez ayağı örgü ile dokunan, boyuna çizgili desenlerden oluşan bir tür atlas kumaştır. “Kutnuları atlaslardan ayıran en önemli özellik, pamuklu ya da yarı ipekli olmaları ve renkli çözgülerin oluşturduğu çizgili desenleridir.  Ham maddelerinin ipek ve pamuk
oluşu gerekse boyanmasındaki ve dokunmasındaki
zorluklar sebebiyle değer kazanır




ÜZÜMLÜ DASTARI Muğla

    Dastar dokumalar, yöredeki kadınların başlarını örtmek için yaptığı  dokumalardır. Eskiden yünün doğal rengi değiştirilmeden dokunan zemin üzerine pamuk ipliği ile desenler işlenmiştir. Günümüzde ise 21 numara
doğal renkli pamuk ipliği zemin üzerine ağartılmış pamuk ipliği ile desenler
işlenmektedir. Pamuk ipliğinin kıvrak
(bükümlü) olması en önemli özelliğidir.
Dastar dokumalar yazın serin, kışın sıcak tutma özelliğinden dolayı çok
kullanılmaktadır. 

TAMZARA DOKUMASI Giresun
    18. yüzyıldan bu yana üretilen yerel halk kültürünün önemli bir öğesidir. Tamzara Dokumasının ayırt edici özelliği bezayağı ve rips dokuma örgüsünün dokumalarda yoğun olarak kullanılmasıdır. Bununla birlikte panama ve krep dokuma da kullanılır.
Tamzara Dokumasının desenleri kareli ve çizgili formda olup, farklı büyüklük ve kalınlıklarda kareler ile çizgi hatları, bu dokumanın temel özelliğini oluşturur. Desenler dokuma esnasında renkli iplerle verilir. Son yıllarda ajur tekniği desenleri de bulunmakla birlikte kareli ve çizgili desenler Tamzara Dokumasında ağırlıklı olarak kullanılır.
Tamzara Dokuması, dokuma tezgâhlarında el emeği ile dokunur. Genelde pamuk ipliği kullanılmakla birlikte keten ve kenevir ipleri de kullanılır. Tamzara Dokumasının çözgü ipliği %100 pamuktur. Tamzara Dokumasının ince olması, örme aralarında yer alan boşluklar suyu absorbe eder ve gözeneklerin tuttuğu su, hava akımı ile kolay kaybolur. Bu nedenle teri çeken ve kolaylıkla kuruyabilen bir kumaştır.



SARKA Sivrihisar Eskişehir

    Yünlü, pamuklu, kadife veya sof kumaşın üzerine tamamen sim, sırma, boncuk ve pullar işlenen cepkendir. İnce hâkim yakalı, uzun kollu ve önü açık olup boyu bel hattına kadar veya daha kısadır
Biçim ve  süsleme özelliği açısından değerlendirildiğinde  elmalı, armutlu, kırlangıç  gibi isimlerle anılmaktadır.  Sarkalar bölgenin kültürel çeşitliliği yansıtan önemli bir halk kültürü değeri olarak belirlenmiştir.

BURSA İPEK DOKUMA Bursa
    
    Bursa İpek İpliğine özelliğini veren Bursa’nın toprak yapısında yetişmiş bitki örtüsü ve iklimidir. Sönmüş bir volkanik dağ olan Uludağ’ın eteğine kurulmuş olan şehir bu özelliği sebebiyle mineral
açısından verimli topraklara sahiptir. Toprak yapısı dutçuluk açısından oldukça önemlidir. İpek böceklerinin Bursa’daki verimli topraklarda ve ılıman iklimde yetişen dut ağaçları ile beslenmesi ve kozalarını ördükten sonra besleme ve bakım aşamalarının Bursa’da yapılması, yörede üretilen ipeğin dolayısıyla dokumanın kalitesini değerli kılar
Hanif, hayatının ''en büyük keşif ve keyif yolculuklarından biri" olarak tanımladığı bu çalışmasını ''Halkın Sanatı'' isimli kitabıyla desteklemiş. Kitabın ön sözünde, bu yolculuğa dair duygularını dile getirmiş.

"'Zamansız'ı keşfetmeye adanmış bir yolculuk benimki. Zamanın ötesinde ve şu ânın güncelinde süren düşsel bir yolculuk. Yıllardır modanın, tüm renkleri ve kültürlerini buluşturan sonsuz olasılıklar evreninde yaşıyorum. Bu evrenin yaşam deneyimimize sunduğu potansiyel çok büyük. Modada gelecek çok önemli çünkü bu endüstri zaman kavramıyla yakından ilişkili. Bu sektörde çalışan insanlar her zaman zamanın ilerisinde yaşamalılar. Çünkü gelecek bizim şimdiki zamanımızdır. Benim için gelecek aynı zamanda, geçmişle şimdinin kesiştiği bir köprü. Gelenekselin yüzlerce yıllık dokunuşlarının ilmek ilmek bugüne yansıdığı bir ilham köprüsü. Geleneksel el sanatları da benim tasarımlarımda en büyük ilham kaynaklarımdan. 2019 yılında NTV'den gelen bir telefon benim en büyük hayallerimden birinin gerçekleşmesini sağladı. Yok olmaya yüz tutmuş geleneksel el sanatlarımızın izini sürmek üzere il il dolaşıp el emeği göz nuru bu eserleri, onları yaşatmaya çalışan ustalarla birlikte keşfetme fırsatı vardı karşımda. Üstelik her bir sanat eserini, modern bir yorumla tasarlayacaktım. Hayatımın en büyük keşif ve keyif yolculuklarından biri böylece başladı. Heyecanla kabul ettiğim ''Halkın Sanatı '' projesi 32 bölüm yayınlandıktan sonra, kitap ve sergi olarak taçlandı."





            
 

      





11 Kasım 2023 Cumartesi

Seyir - Piraye


Yaşam, bir seyir esasında. Sen seyir eden misin, seyreden mi bu alemde? 
İnsan her ikisi de !


Kitap okumak bir tutku benim için. Okumasını bitirdiğim kitaplar zihnimde kategorik bir sıralamayla yerlerini bulur. En tepede olanların yeri kolay kolay değişmez. İtiraf etmek gerekirse çok büyük beklentiyle okumaya başlamamıştım Piraye'nin son romanı Seyir'i. Kızım önce başladı okumaya. Bir süre sonra 'çok depresif , beni olumsuz etkiliyor' diyerek bana bıraktı. Başladım okumaya. Kızımın depresif olarak nitelediği başlangıç bölümleri, o kadar başarıyla yazıya dökülmüştü ki, okurken romanın kahramanı Mina oluveriyordum ve düşüncelerim, davranışlarım elimde olmadan O oluyordu.


" Kaçtığın kendinsin nafile. Her yer sensin. Hepsi senin..."


Kendinin değersiz olduğuna inandırmış bir kadın Mina. Küçük yaşlardan beri yaşadıkları hayat deneyimlerine zihninin oluşturduğu kendi ile ilgili ‘değersizlik’ kararına kendini inandırmış bir kadın. Tek kurtuluşunu bir erkek tarafından önemsenen, sahiplenilen ve istenilen olduğuna inanmış.

"Yaşam gerçek olmayan ne varsa sende, her gün sana onu gösterir. Gelen hep sensindir. Hep kendini getirir sana, ‘Kendine gel!’ diye. Bütün o savunmaların, saklanmaların, kaytarmaların, ters yöne kaçmaların, sözde korumak için kendini dışarıya saldırmaların ne denli boş olduğunu sana yeniden yeniden gösterir. Yine yakalanırsın, yine gelir kapına. Çünkü ‘soru’n hep aynı yerden gelir:Kendinden. Bu nedenle cevapları dışarda arayarak değil, kendini okuyarak çözebilir insan. Yaşam senin için aslında hep tek ve aynı soruyu yineler: ‘Var mısın’?"

Elimden bırakamadığım onca gün boyunca melankolik bir ruh haliyle devam ettim okumaya. Derken dönüşüm başladı. Mina dönüşürken ben de kendimde yaşadım o dönüşümü. Daha fazla spolier vermek istemiyorum. Ama bu kitap son yıllarda okuduğum kitapların içinde en üst sirada beğeniği haketti.
Kitapta altı çizilecek pek çok çümle var. Bir kaçı şöyle:


"Eksiktim ben. Bir şeyler yoktu bende, ama ne? Olmayan her ne ise tam kalbimin orta yerinde, orada bir oyuk oluşturmuştu sanki..."



"Olumsuz duygular Can'ının uyarısıdır sana. 'Gerçekten saptın, burada değilsin, benimle değilsin' der âdeta bilince. Evde olduğunda, merkezindesin, Can evindesin, oradayken her şey hep yolunda."


"Her şey böyle normalken, insanın içi bir anda burkuluveriyor, bir düşünceyle savruluveriyorsun, kayıp gidiyorsun can evinden."


" Özgürlüğün bilinmezliği, içerisini zaten bildiğin hapishaneden, cehennemden daha korkunç gelebilir bazen insana. Zihin tanıdık olanı sever."

7 Kasım 2023 Salı

Büyülü bir meyve: ELMA


Apple
Resim kağıdı üzerine sulu boya
Elma uzun zamandır tarih sayfalarında arzunun sembolü olarak görülür. Bu nedenle pekçok dini gelenekte mistik veya yasak bir meyve olarak karşımıza çıkar  Romalılar bu meyveyi Aşk Tanrıçası Venüs ile ilişkilendirdiler. Bir elmanın enine kesitinin merkezinde, sembolik olarak beş parmağı, beş duyusu ve beş ekstremitesiyle (kollar, bacaklar ve kafa) insana karşılık gelen pentagram şeklindeki beş tohum vardır.  

İbranice İncil, elmanın Cennet'teki yasak meyve olduğunun hikayesini anlatır. Daha sonraki yıllarda Yahudi geleneğinde elma olumlu bir sembolizm taşımaya başladı. Mükemmel bir şekle, tatlı bir tada sahiptir ve hoş kokuludur. Güzelliğin, tatlılığın ve refah umudunun sembolüdür ve meyvenin sertliği ve dayanıklılığı, gücü ve büyümeyi temsil eder. Yahudilerin yeni yılı olan Roş Aşana'da Yahudiler , gelecek güzel bir yıla dair umutlarını simgelemek için elmaları bala batırırlar.

Elma, dünya çapında çoğunlukla ılıman bölgelerde ağaçlarda yetişen, yaprak döken bir meyve çeşididir.  Elma meyvesi Orta Asya kökenli olup, zamanla tüm dünyaya yayılmıştır. Elmalar vitamin ve minerallerle dolu olduğundan sağlığa birçok faydası vardır. Günde bir elma yemenin, doktoru uzak tuttuğu  Parkinson, Katarakt, Alzheimer, safra taşı ve hatta bazı kanserler gibi hastalıklara karşı direnç oluşturabileceği söyleniyor . Ayrıca ishal ve kabızlığın önlenmesine de yardımcı olur. Bazıları meyvenin cildinizi parlattığını ve tazelediğini, bunun da genç görünmenizi sağladığını iddia ediyor

Resmini yapmanın bile bu büyülü elmanın ruha ne kadar iyi geldiğini deneyen biri olarak, elmayı kutsuyorum. Aşk için, güzellik ve huzur için, gelecek güzel günlerin umudu  için...

Sonuçta gökten hep üç elma düşer. Biri anlatana, diğeri anlayana ,sonuncusuda yaşama...

9 Temmuz 2023 Pazar

Selenicereus Anthonyanus

Deniz gören penceremden bakarken, boğazın mavi sularıyla akıp giden düşüncelerime penceremin dışında ektiğim çiçekler eşlik eder. Onların büyüme sevdalarına tanık olurum. Zaman zaman tomurcuklarıyla, yeni çıkan filizleriyle, kimisi de rengarek açan çiçekleriyle ruhuma huzur üflerler. 

İşte o çiçeklerden biri geçen gün bana öyle bir süpriz yaptı ki, doğanın yaratıcılığı karşısında adeta şaşkına döndüm. 

Seneler önce çokta değil şöyle 4-5 sene önce isterseniz alın diye toprağıyla kenara atılan bir garip kaktüsü, acıyıp eve getirmiştim. Öyle pek sevdiğim orkidelerim, menekşelerim gibi itina göstermeyip, penceremin önünde sukulentlerin yanına iliştirivermiştim. Öylece kah küçük küçük yavrular verdiğini gördüğüm, kah sulamayı unuttuğum onca yıllar sonra sanki bak işte ben burdayım dercesine inanılmaz güzellikte pembe renkli iki dal çiçek verdi bana kaktüsüm. 

Önceleri pek anlamadım çünkü zaman zaman dibinden kendine benzeyen küçük yavrular veriyordu. Tepesinden çıkardığı iki top dikenli yuvarlağı yine yavru veriyor diye önemsemedim. Ama toplar gittikçe uzamaya başladı. Sonra anladım ki kaktüsüm çiçek vermeye hazırlanıyor

 


Açtım bilgi bankasını kaktüs hakkında yazılanları araştırmaya başladım. Araştırdıkça ilgim daha da arttı. Kaktüs adı  yunanca 'dikenli bitki' anlamına gelen 'kaktos' kelimesinden geliyor. Oldukça ilginç bir yapıya sahipler. İki bini aşkın çeşidi var.  Kaktüsler son derece dayanıklı  ve  yılın her döneminde tohum verebilme özelliklerinden dolayı türünü devam ettirebilen bir yapıya sahip. Su kaybetmemesi için diken şeklinde yaratılmış yaprakları, fraktal geometrik dizilişle etli gövdesi üzerine yerleştirilmiş bir ilahi dizayna sahip. Ana vatanı olan  Kuzey ve Güney Amerika ve Meksika'nın  çöl sıcağına dayanıklı yapısı sayesinde çok az su ile yetinebilir. Kurak bölgelerde oldukça sık rastlanan çiğ ve sis dağılmadan ve buharlaşma başlamadan önce dikenlerinin alt kısmında yer alan ve birer sünger görevini gören küçük tomurcuklardan faydalanarak havadaki suyu alabiliyorlar.

Kaktüsler, kültürler arasında çeşitli manevi anlamlara sahiptir. Sıklıkla zorluklar karşısında gücü, dayanıklılığı ve azmi temsil eden dayanıklılık sembolleri olarak görülürler.  Amerika’nın keşfiyle Avrupa’ya gelen ilk kaktüsler, 15–17. yüzyıllarda sadece aristokratların seralarında sahip oldukları, inanılmaz kıymetli bitkiler haline gelmişler. Tıbbi araştırmalarda kullanılmışlar. Peru’daki İnka ve Meksika’daki Aztek uygarlıklarında ise kaktüsler asırlardır hep baş tacı edilmiş.

Orta  Aztekler, çiçek açan bir kaktüsün uğurlu olduğuna inanırlar.. Onlara göre açan kaktüs çiçeği iyi şansı simgeler ve çiçeği açtığında sahibine iyi haberlerin geleceğini müjdeler.

Bu inanç bir efsaneye dayanır.  Efsaneye göre, Saveş ve Güneş tanrıları ,  yurtlarından sürülen göçebe Azteklerin, ''kaktüsün üzerine tünemiş  ağzında yılan tutan bir kartal gördükleri'' yere yerleşecekleri ve yeni şehirlerini orada kuracaklarını bildirmiştir. Aztekler Texcoco Gölü’nün ortasındaki küçük bir adada kaktüsün üzerine tünemiş  ağzında yılan tutan bir kartal görürler. İşte orası bugün Meksika'dır.  Mexico City’nin bayrağındaki kaktüs figürü bu efsaneye dayanır. 




















Benim kaktüsümün türü Selenicereus anthonyanus, güney Meksika'ya özgü bir kaktüs türü. Selenicereus adı, Yunan ay tanrıçası Selene'ye bir göndermedir.  Çiçekleri bir gecede açtı ve sadece 24 saat canlı kalabildi.  Beni en mutlu eden bilgi ise :  

Pembe çiçekler açan kaktüs mutluluğu ve neşeyi ifade eder.Çiçek açan kaktüsler yaşamsal kaktüs enerjisini hayatınıza getirir. Bu, hayatınızın doğurganlık , refah ve iyi şansla kutsanmış olduğu anlamına gelir.Kaktüs çiçeklerinin zihin üzerinde olumlu bir etkisi olduğu söylenir. Kaktüslerin çiçeklerini görmenin daha mutlu ve memnun olmanıza yardımcı olacağına inanılır. Feng Shui'de, bir pencereye veya arka verandaya yerleştirilen bir kaktüs, evinizi giren negatif enerjiden koruyacaktır.